Bu aralar pek bir yoğunum, aklım buralarda olsa da kim ne yaptı diye düşünsem de fırsat bulup bir türlü giremedim olmadı.
Alper geldi, cuma öğlen saat bir gibi, o geldiğinde saçımı yıkıyordum, pijamalarımi pofuduk terliğim, saçlarımdan akan sularla uzun uzun sarıldık birbirimize, o bacağımı oramı buramı sıkıştırdı, hiçbir şey olmamış gibi salak salak davranıp durduk.
Özlemişim, onu özlemek öyle bir şey ki, çoğu şey anlamsız ve saçma gelse de, onu özlemek basit ve zahmetsiz, istemesen de gelişiyor içinde o duygu, durduramıyorsun. O geldi ve ben düşündüğüm her şeyi unutuverdim, yanındaydım, sarılıyorduk birbirimize, üç haftadır görüşmüyor gibi değildik, sanki dün evine gitmiş ve sabah kahvaltıya gelmişti.
Ona aldığım hediyeyi verdim üç hafta olmuştu alanı, çok cici bir digital anahtarlık, içine resim yüklüyorsun, altmış tane öyle o resimler dönüp dönüp duruyorlar işte. Hem çok ucuz, hem de çok güzel bir hediye olduğunu düşünmüştüm alırken ama bizim oduncuğa biraz fazla kaçtı tabi yine de aldı çekmece de falan durur herhalde bilemiyorum.
Yatakta, yorganın altında komedi filmleri izleyip, cips yedik, bol bol meyve suyu ve cola tükettik, salak salak güldük, birara su savaşı yaptık, sonra ben yerleri sildim, o fön makinasıyla yatağı kuruttu, bol bol boğuştuk, durmadan birbirimizi yataktan atıp durduk ve deli gibi güldük.
Gece dışarı çıktık arkadaşlarımızla biraları yudumladık, el ele tutuştuk, çaktırmadan öpüştük, gece yemek yemeye yedik, ben sucuk ekmek yemek istiyorum diye ona da zorla sucuk ekmek yedirdim, en azından leş gibi sucuk kokmam ona diye düşündüm, geldik birbirimize sarıldık ve uyuduk.
Ertesi gün dünyanın en güzel kahvaltı masasını hazırladım, beraber ölene kadar yedik, sonra yine birbirimize sarılıp film izledik, akşamda bu sefer Alper'in başka arkadaşlarıyla fasıla gittik.
Gittiğimiz yer çok hoş bir yerdi,çok güzel rumca müzikler çalıyordu, mezeler yemekler de on numaraydı, ilk defa romantik bir müzik eşliğinde dansettik, ben pek ayaklarımı uyduramadım, heyecandan napacağım şaşırdım, bir iki kere tökezledim, herkes bana bakıyormuş gibi paranoyalara kapıldım kısacası kendimi bolca rezil ettim işte.
İçtik ama en çokta Alper içti, yanıma geldiğinde bazen çıkıyoruz, ama o eskiden özellikle de benden önce çok içen, her gece dışarı çıkan bir insandı. Ve gerçekten de hayvan gibi içtiğini, ve sanki hiçbir şey içmemiş gibi görünmediği zamanları bilirim, kısacası bünyesi sağlamdır daha doğrusu öyleydi.
Biz bir senedir falan içmeyi ve dışarı çıkmayı bıraktık, çok nadir olarak dışarı çıkarız evde oturup, televizyon izlemeyi, film izlemeyi daha çok sever olduk, sanki artık yaşımız da geçmiş gibi kafamız da kaldırmıyor, bir iki kere çıkıp bir-iki saat sonra hadi eve gidelim dediğimiz ve kalktığımız çok oldu. Nitekim cuma akşamı da saat on bir buçukta biz hesabı ödeyelim başımız ağrıdı demeye başlamıştık bile. Sanırım biraz sıkıcıyız.
Neyse saçmalama moduna geçtim yine, kısacası Alper feci içti, ilk başta bir şeyi yoktu, hepimiz rakılarımızı yudumluyorduk, sonra bu bağırarak konuşmaya başladı, bağırarak gülmeye ama çok komik ve tatlı, biz hala işin ciddiyetine varamadık.
Daha fazla uzatmayacağım, en az içen ben olduğum ve gerçekten hiçbir şeyim olmadığı için arabayı ben kullandım, Alper bu arada iyice kötüleşti. Alper'in arkadaşlarının evine gidip bir iki ona kahve içirip sonra biz eve dönecektik, planımız buydu. Ama Alper'in daha arabaya biner binmez kafası düştü, sanki böyle boynunu tutamıyor gibi, ben bir yandan araba kullanmaya çalışıyorum, bir yandan Alper'i dürtüyorum iyi misin diye, bizimkinden ses çıkmıyor.
Bir şekilde geldik arkadaşların evine, iner inmez kustu, ve ondan bir yarım saat sonra da kusuyordu, durmadan kustu kustu, en sonunda ben bunu duşa soktum, giydirdim yatağa yatırdım, bu yine kusmaya başladı, ama beyimizin tek söylediği Yarımada git içeri, senin yanında kusamam. Ben gittim oturdum içeri, bizim küçük beyden ses seda kesildi, dedim gidip bir bakayım şuna, yataktan düşmüş, yerde bayılmış, ağzının kenarında kusmuk-köpük gibi bir şeyler, yatıyor. Ben vurmaya başladım buna, bir yandan da Alper Alper diyorum, yok bizimkinden tık yok. İçerden çocuklar koştular tabi bu arada, bunlar da gördü bunu bu halde, biz kucaklıyoruz sen arabaya götür doğru hastahaneye dediler, ben yine nasıl araba kullandım nasıl onu hastaneye götürdüm, nasıl ağlamadım bilmiyorum.
İki serum yedi, ayıldı, saçma salak konuşmaya başladı. Doktorlar nerdeyse alkol komasına girecekmiş falan gibi salak yorumlar da yapmayı ihmal etmedi. Üç pijamalı tip, yanlarında topuklu, mini etekli, parmağında yüzükler kolunda bilezikler tadında, gözleri dolu dolu içeriye odaya bile giremeyen, kapının önünde sadece iyi olacak mı diye bayılmak üzere olan ikinci hasta modunda takılan ben, ve ikinci gecemiz de böyle geçti.
Sonra iyi oldu, daha fazla yazacağım şeyler vardı ama şuan gerçekten olan olaylar aklıma geldi ve birden pilim bitti, yatağa gidip uyuyabilirim bile, yastıktan da daha kokusu geçmedi, keşke hep kalsa diye düşünüyorum ama bir iki sabaha uçar gider en fazla.
Dün gece uykusunun arasında uyandı, beni kocaman öptü, kendisine çekip, sıkıca sarıldı ve uykusuna kaldığı yerden devam etti.
Ben ise bütün gece ağladım, keşke gitmese dedim, o farketmedi, ağladım ağladımm..
Ben onla olmak istiyorum hiçbir şey umurumda bile değil. Bir tek o olsun, işte o zaman ben dünyanın en mutlu insanıyım. Ama şu durum yok mu, bayramdan sonra birde üstüne Londra saçmalığı ekleniyor, koca yedi ay, onun kokusu olmadan nasıl yaşanır bilemiyorum.
Ben onu çok seviyorum...