10 Aralık 2010 Cuma

POF!! Bu haftasonu Alper'in yanına gidecektim ve yalan oldu! Bu çarşamba da onun doğum günüydü ve ayrı geçireceğiz. Geçen sene gibi saat 12 de kapısına dayanıp sana pasta aldım diyemeyeceğim. Kapıyı açtığımda elimde mumlarla beraber kapının önünde dikilemeyeceğim, iyi ki doğdun aşkım deyip mumları üfletemeyeceğim. Benim sevgilim hiç pasta kesmez doğum günüde ya da kesmemişler bilemiyorum ama bence doğum günü pasta üflemek demektir, saçma bir dilek tutmaktır, hediyeler açmak, hediye paketleri üstündeki güzel dilekleri okumaktır.

Birinden uzak olmak zor, özel günler geçip gidiyor kaçırdığın diğer sıradan günler gibi.

Biliyorsun, kaçırdığın günler geri de gelmeyecek. İçinden bir şarkı tutturuyorsun, bir masal, bir avuntu, bir ninni.




"Kaçırdıklarının yerine gelecekte daha güzel günler olacak."



Belki?


1 Aralık 2010 Çarşamba

Sözler





A: Bak bu akşam erken yat olur mu? Her gece sabaha kadar oturuyorsun. Hem erken yatarsan sabahta erken kalkarsın,uykun düzene girer. Bak bu gece erken yat tamam mı?



Söylenen küçük sözler. Ama birini düşündüğünü belli eden, deşilmeye açık kelimeler. Farkında olmadan dökülür dudaklardan, karşındaki kişinin taa yüreğine en güzel duygularla.

Ölümden DönDÜM!

Evet. Şuan konuşan bir küçük ölücük Yarımada olabilirdi ve bu blogu kimse bilmediği için, kimse Yarımada öldü, gerçek adı şuydu, aslında şöyle biriydi, hiç onu burada okuduğumuz gibi mutsuz tanımazdık ve Alper'le birbirlerine delicesine aşıklardı demeyecekti ve yazdıklarım söz uçar yazı kalır gibi olmayacak, internet deryasında kuş olup farklı yerlere kanat çırpacaktı.

Ama yaşıyorum. Kırmızı ışıkta beklerken, bir allahın hanzosu-kodamanı vs vs 120'yle gelip bana çarptı. Yanımda arkadaşım vardı ve çok korktuk. Hayat kurtaran ise emniyet kemeri oldu, evet ölmek abartılı olabilir ama benim çenemi kıracağım, arkadaşımın da cama kafa atacağı kesin olacaktı.

Ve ilginç olan çıktığımız modern kahvehanelerden birinde arkadaşım montunu unuttuğu için yarı yoldan geri döndük. Beş dk arayla ikinci kez geçtiğimiz ışıklarda başımıza böyle bir şey geldi. İnsan düşünmeden edemiyor, gerçekten hayat bu kadar basit mi? Bir mont için biri ölebilir mi? Ya da aslında durmadan geçtiğimiz ya da bulunduğumuz bir yerde dakikalarla bir şeyleri atlatmış ya da kaçırmış olma olasılığımız nedir?

Alper'le tanıştığımız gece, bütün programlarım iptal olmuştu, o zaman yurtta kalıyordum ve yurtta birgün bile oturmak insana hapishanedeymiş hissi verir; çünkü oda da yürüyecek yer yoktur yapabiliceğin en büyük aktivite yataktan yatağa atlamak ya da yataktan sandalyeye atlamaktır.

O gece bir arkadaşımla dışarı çıktım, hiç tanımadığım yaklaşık 15 kişilik bir grubun içine girdim ve o gün Alper'le tanıştım. O benle tanışmadan evvel bir hafta evvel kaza yapmıştı.

Ben onla tanıştığımız ertesi günü en yakın arkadaşlarıma yalan söyleyerek tekrar Alperlerle beraber oldum. Beni alan ve akşam eve bırakmak vazifesini zevkle üstlenmiş ve bunu dünyanın en önemli misyonuymuş gibi düşünen birine yalan söyledim. Sonra niyeyse hep iplerimizin koptuğu akşamı o akşam olarak düşündüm, anlamıştı çünkü yalan söylediğimi, yurda gidiyorum derken nasıl oluyorsa seke seke gittiğimi.

Bunlar alakasız aslında ama birden geçti öyle aklımdan.

Kaza yaptım, eve geldim, bir bira açtım kendime, elim ayağım titriyordu hala, bir buçuk saat kaza tespit tutanağı için kağıt bulamadığımız için tshirtum ve yırtık pantolonumla dağın tepesinde donduğum için mi, ilk kazam olduğundan mı yoksa bir kişiyi bile arayıp yardım isteyemediğimden mi bilemedim.

Ve lanet ettim, bu kadar yalnız olduğuma, bir tane bana yardım et diyeceğim erkek arkadaşım olmadığına, telefon açtığımda beş dk da yanıma uçacak biri bulamadığıma ve ailemin ve Alper'in benden çok uzakta olmasına.

Biranın ortasındaydım ki kapı çaldı. Baktım Alper gelmiş. Kavga etmiştik, üç gündür konuşmuyorduk, hiçbir telefonumu açmıyordu.

Kaza yaptığımı öğrenince ve onu aramadığımı anlayınca iyice köpürdü, arkasından kavga ettiğimiz konu açıldı. En sonunda o kadar sinir bozukluğuna dayanamadım ağlamaya başladım hüngür hüngür. Sen bana böyle yapıyorsun, şöyle yapıyorsun, ben burada ne durumdayım biliyor musun, köpekler gibi yalnızım diye.

Karşı koltukta yarım saat önce tepecek manda gibi bakan adam geldi oturdu yanıma, sildi gözyaşlarımı dudaklarıyla ve parmak uçlarıyla, böyle yapma, sanki seni nasıl sevdiğimi bilmiyormuşsun gibi konuşma dedi. Öptü beni, kokumu içine çekti dakikalarca, ben ve o birbirimize deli gibi sarılmış bir şekilde oturduk öyle çok uzun süre. O kulağıma güzel şeyler söyledi ve ben yazın alıp bana hala geri getirmediği bavullarımı sordum, getirmemiş, buna güldük uzun uzun. Biraz sonra kavga etmemiş gibiydik, ben hiç kaza yapmamış, ben hiç telefonumu açmadığı üç gün boyunca ondan ayrılmaya karar vermemiş gibi. O bana hiç kızmamış, ben ona hiç sinirlenmemiş ve birbirimizi inatla haklı görmemiş gibi.

Zamanlama... Hayatta her şey o kadar zamanlamayla oluyor ki.

Ben Alper'i zamanında ve onu hiç tanımadan sevdim. Benim için tam zamanıydı ve tanımama bile gerek yoktu.

Alper beni inatla sevmek istemedi, onun için herkesle takılma zamanıydı, ben bekledim üçüncü ayda onun da zamanı geldi, birini sevme zamanı ve o kişiyi sevmesi her şeyden çok tanımasıyla ilgiliydi.

Ve biz bu zamanın içinde yaşamalıyız. Her şeyin zamanında olması gerektiğine inanarak ve gelen her şeye kucak açarak.