24 Kasım 2010 Çarşamba

Hal ve Tavırlarım

Bugün yine yataktan kalkmadım, derslerımın hıcbırıne gitmedim, evde oturuyorum. Televizyonda saçma salak kadın programları açık, pek izlemiyorum ama evde konuşma sesleri oluyor en azından, bende kendimi birileri varmış gibi hissediyorum.

Bilgisayarım kucağımda, bu sabah kalktım blogları okudum takip ettiğim.

Çok mutsuzum ya, geldiğimden beri öyle mutsuzum ki bütün günüm kendime acımakla geçiyor. Bu aslında uzun zamandır böyle, ders çalışmıyorum, ödevleri yapmıyorum, sınavları günü kurtaracak kadar çalışıp giriyorum-çoğu zaman konuların yarısını- Sevdiğim hiçbir şeyi yapmıyorum, kitap okumuyorum, film izlemiyorum, sinemaya gitmiyorum, d&r'da iki saat geçirmiyorum, yemek yapmıyorum, yemek yemiyorum, araba kullanmıyorum bu böyle uzar gider.

Odam da yürüyecek yer kalmadı, pek olan bir şey değil bu, çünkü odam kocaman ve çok güzel, odamı çok sevdiğimden dolayı hep toplu tutarım. Ama yatağımın üstünde yatacak çok küçük bir yerde kıvrıldım dün gece, inatla odamı toplamıyorum.

Ankara'ya geldiğimden beri durmadan ailemi özlüyorum, dün gece ağlarken o saatte uyanık olabilecek ve birazcık bana ilgisi olan çocukla konuşmaya başladım. Çünkü Alper o saatte uyuyordur ya da ben üzgün olduğumda, ona bunu anlatmaya çalıştığımda OFF Yarımada, düzel beni öyle ara der kapatır telefonu. Arkadaşlarıma ise söyleyemem nasıl üzgün olduğumu, ben güçlü olanım çünkü, onlar gelir ağlar benim yanımda, hep en akıllı çözümleri ben bulurum.

Aradım o çocuğu, adı Dizioyuncusu olsun, oyuncu olmaya çalışıyor çünkü ve televizyonda gördüğünüz yeni nesil çocukları yanında ucube bırakacak kadar yakışıklı.

Mesaj atar atmaz hemen cevap attı ama çok kötü olduğumu, canımın sıkkın olduğunu falan söyledim. Mesajları birden onbeş dk da bir atar oldu.
,
Ben anladım ki, kimseden bir destek beklememek lazım. Yanında olacak kişiler çoğunlukla ailenden başkası olmuyor, onları da üzmemek için hep çok mutlu rolü yapıyorsun.

Şimdi duşa girip kendime çeki düzen vereceğim, sonra arabaya atlayıp en büyük d&r'a gideceğim, bir saatimi kitaplara, dergilere, oyuncaklara ve dvd'lere bakıp geçireceğim, birkaç kitap alacağım kendime, bir şiir kitabı, bir roman. Sonra ilk defa tek başıma sinemaya gideceğim, bakalım tek başına film izlemek nasıl bir duyguymuş.

Belki iyi bir gün geçiririm ya da yapmak istediğim her şeyden vazgeçer, yatağıma girer ertesi güne kadar orada saklanırım.

Evet, zor bir seçim olacak!

16 Kasım 2010 Salı

Bayram

Bayram sabahları! İnsan bayram sabahları yersiz bir mutlulukla uyanıyor, neden bilmem. Şu yaşıma geldim - 21 yaşı böyle abartmayı çok seviyorum- hala neden bayram sabahları mutlu oluyorum acaba? Geçirdiğim muhteşem bayramlar söz konusu bile değil. Tam tersine her bayram sabahı, eğer şanslıysan biraz daha geç akşama doğru bizim evde büyük bir kavga kopar.

Babaannem pek değişik bir insandır, yaşlı bir kadın hakkında kötü konuşmak istemiyorum, konuşmam da ama evimizde çok fazla gürültüye, gözyaşına ve bağırışa sebep olmuştur. Bu yüzden ya kardeşlerim gitmek istemez ya annem ya da herkes gitse bile muhakkak bir olay çıkar dönüş yolunda herkes ağlar, birbirini suçlar diğer bayram gitmek istemiyorum bağırışları yükselir vs. Aile dramımıza kimseyi dahil etmeyeceğim sonuçta hoş şeyler yaşanmaz çoğunlukla.

Bugün de sabahtan buna benzer şeyler yaşandı, ama yine de diğer yıllara nazaran ufak yaralar aldık, akşam eve geldiğimizde herkes birbiriyle konuşmaya devam ediyordu ve hatta herkes aynı odada oturup film bile izledik.

Alper'le yine konuşmuyoruz. Bu olay ayda en azından bir kere yaşanıyor biliyorum ama gerçekten sıkıldım ya..

İlk başta sadece deney yapıyordum, ben aramazsam arayacak mı diye. Tabi aramadı, iki gün geçmişti yine dayanamadım aradım, o salak salak güldü sen aramıyorsun diye aramadım inat yaptım gibi gerizekalı yorumlarda bulundu, kavga çıkarttım, yüzüne kapadım.

Çocukça değil, benim takıldığım çok daha farklı şeyler, bu salak tavrı, aramaması ve benle yavşak yavşak konuşma tarzı.

Üç gün geçti, aramadı, aramadım, ki telefonu kapattığımda iğrenç mesajlarımı da üstüne salmıştım.

Yazınca her şey daha saçma, manasız ve Alper beni hiç siklemiyormuş gibi göründü, hatta bu kadar boktan bir ilişkinin içinde olduğum için acıdım bile kendime.

Offff. Uuğraşmayacağım artık, ne hali varsa görsün gerçekten, sıkıldım ya iki senedir aynı saçmalıklar, aynı ıssız adam ayakları. Umurumda değil.

14 Kasım 2010 Pazar

Gidelim

Göründüğünden daha zor. Yapamıyorum.

Gidelim...

Bilmediğimiz bir yere, bilmediğimiz kişilerle, bilmediğimiz bir zamana.

Bir ilişkide nerede hata yapılır, nerede öbür hatalara yer açarsın, nerede diğer hatalar için onu cesaretlendirirsin bilmiyorum.

Ben bunları yaptım, birine her şeyiyle onu kabul ettiğimi belli ettim, sustum, gururumu kırdım, kanadımı kesip attım.

Hata yaptım ama nerede yaptım bilmiyorum, ilk hafta mı ikinci ayda mı birinci yılda mı koca bir soru işareti ve ben bütün kaosun ortasında karar vermekten korkan bir kızım, hesap yapmaya çalışan ama hesapsız davranan.

Oldukça şapşal, oldukça şaşkın.
Yazmak gelmiyor içimden.

Ben günlük tutarım, günlük tutmazsam buraya yazarım, buraya yazmazsam bir yerlere bir şeyler karalarım ama muhakkak yazarım.

İki haftadır yazamıyorum, depresyonda değilim, kendimi öldürmeyeceğim ya da yakın zamanda erenköy ruh ve sinir hastalıklarına yatmayacağım.

Çok güzel şeyler de oldu iki hafta içinde, mutlu oldum, hayatımda gülmediğim kadar güldüm ama işte aması var.

Kimse bilir mi ince çizginin neresinde olduğunu? Mutlu olmakla mutsuz olmak arasındaki çizgiyi ya da birinden ayrılıp ayrılmamak gerektiğin arasındaki o kararsızlığı.. Aramak mı gerekir aramamak mı ? Unutmak mı hatıralara sarılmak mı ?

Neydi insanın hayatını değiştirecek kararlar? Herkes bu kararları verirken bunların farkında mıydı?

Ne yapacağımı bilmiyorum artık. Ne demem gerektiğimi, ne söylememin doğru olduğunu bilmiyorum. Kendimi de tanıyamıyorum.

Özlüyorum. En çok kendimi.

Her şeyi iki sene öncesine almak istiyorum hızla.. Hızla..

1 Kasım 2010 Pazartesi

Hastahane ve Saçmalıklar ve Bolca Aşk

Bu aralar pek bir yoğunum, aklım buralarda olsa da kim ne yaptı diye düşünsem de fırsat bulup bir türlü giremedim olmadı.

Alper geldi, cuma öğlen saat bir gibi, o geldiğinde saçımı yıkıyordum, pijamalarımi pofuduk terliğim, saçlarımdan akan sularla uzun uzun sarıldık birbirimize, o bacağımı oramı buramı sıkıştırdı, hiçbir şey olmamış gibi salak salak davranıp durduk.

Özlemişim, onu özlemek öyle bir şey ki, çoğu şey anlamsız ve saçma gelse de, onu özlemek basit ve zahmetsiz, istemesen de gelişiyor içinde o duygu, durduramıyorsun. O geldi ve ben düşündüğüm her şeyi unutuverdim, yanındaydım, sarılıyorduk birbirimize, üç haftadır görüşmüyor gibi değildik, sanki dün evine gitmiş ve sabah kahvaltıya gelmişti.

Ona aldığım hediyeyi verdim üç hafta olmuştu alanı, çok cici bir digital anahtarlık, içine resim yüklüyorsun, altmış tane öyle o resimler dönüp dönüp duruyorlar işte. Hem çok ucuz, hem de çok güzel bir hediye olduğunu düşünmüştüm alırken ama bizim oduncuğa biraz fazla kaçtı tabi yine de aldı çekmece de falan durur herhalde bilemiyorum.

Yatakta, yorganın altında komedi filmleri izleyip, cips yedik, bol bol meyve suyu ve cola tükettik, salak salak güldük, birara su savaşı yaptık, sonra ben yerleri sildim, o fön makinasıyla yatağı kuruttu, bol bol boğuştuk, durmadan birbirimizi yataktan atıp durduk ve deli gibi güldük.

Gece dışarı çıktık arkadaşlarımızla biraları yudumladık, el ele tutuştuk, çaktırmadan öpüştük, gece yemek yemeye yedik, ben sucuk ekmek yemek istiyorum diye ona da zorla sucuk ekmek yedirdim, en azından leş gibi sucuk kokmam ona diye düşündüm, geldik birbirimize sarıldık ve uyuduk.

Ertesi gün dünyanın en güzel kahvaltı masasını hazırladım, beraber ölene kadar yedik, sonra yine birbirimize sarılıp film izledik, akşamda bu sefer Alper'in başka arkadaşlarıyla fasıla gittik.

Gittiğimiz yer çok hoş bir yerdi,çok güzel rumca müzikler çalıyordu, mezeler yemekler de on numaraydı, ilk defa romantik bir müzik eşliğinde dansettik, ben pek ayaklarımı uyduramadım, heyecandan napacağım şaşırdım, bir iki kere tökezledim, herkes bana bakıyormuş gibi paranoyalara kapıldım kısacası kendimi bolca rezil ettim işte.


İçtik ama en çokta Alper içti, yanıma geldiğinde bazen çıkıyoruz, ama o eskiden özellikle de benden önce çok içen, her gece dışarı çıkan bir insandı. Ve gerçekten de hayvan gibi içtiğini, ve sanki hiçbir şey içmemiş gibi görünmediği zamanları bilirim, kısacası bünyesi sağlamdır daha doğrusu öyleydi.

Biz bir senedir falan içmeyi ve dışarı çıkmayı bıraktık, çok nadir olarak dışarı çıkarız evde oturup, televizyon izlemeyi, film izlemeyi daha çok sever olduk, sanki artık yaşımız da geçmiş gibi kafamız da kaldırmıyor, bir iki kere çıkıp bir-iki saat sonra hadi eve gidelim dediğimiz ve kalktığımız çok oldu. Nitekim cuma akşamı da saat on bir buçukta biz hesabı ödeyelim başımız ağrıdı demeye başlamıştık bile. Sanırım biraz sıkıcıyız.

Neyse saçmalama moduna geçtim yine, kısacası Alper feci içti, ilk başta bir şeyi yoktu, hepimiz rakılarımızı yudumluyorduk, sonra bu bağırarak konuşmaya başladı, bağırarak gülmeye ama çok komik ve tatlı, biz hala işin ciddiyetine varamadık.

Daha fazla uzatmayacağım, en az içen ben olduğum ve gerçekten hiçbir şeyim olmadığı için arabayı ben kullandım, Alper bu arada iyice kötüleşti. Alper'in arkadaşlarının evine gidip bir iki ona kahve içirip sonra biz eve dönecektik, planımız buydu. Ama Alper'in daha arabaya biner binmez kafası düştü, sanki böyle boynunu tutamıyor gibi, ben bir yandan araba kullanmaya çalışıyorum, bir yandan Alper'i dürtüyorum iyi misin diye, bizimkinden ses çıkmıyor.

Bir şekilde geldik arkadaşların evine, iner inmez kustu, ve ondan bir yarım saat sonra da kusuyordu, durmadan kustu kustu, en sonunda ben bunu duşa soktum, giydirdim yatağa yatırdım, bu yine kusmaya başladı, ama beyimizin tek söylediği Yarımada git içeri, senin yanında kusamam. Ben gittim oturdum içeri, bizim küçük beyden ses seda kesildi, dedim gidip bir bakayım şuna, yataktan düşmüş, yerde bayılmış, ağzının kenarında kusmuk-köpük gibi bir şeyler, yatıyor. Ben vurmaya başladım buna, bir yandan da Alper Alper diyorum, yok bizimkinden tık yok. İçerden çocuklar koştular tabi bu arada, bunlar da gördü bunu bu halde, biz kucaklıyoruz sen arabaya götür doğru hastahaneye dediler, ben yine nasıl araba kullandım nasıl onu hastaneye götürdüm, nasıl ağlamadım bilmiyorum.

İki serum yedi, ayıldı, saçma salak konuşmaya başladı. Doktorlar nerdeyse alkol komasına girecekmiş falan gibi salak yorumlar da yapmayı ihmal etmedi. Üç pijamalı tip, yanlarında topuklu, mini etekli, parmağında yüzükler kolunda bilezikler tadında, gözleri dolu dolu içeriye odaya bile giremeyen, kapının önünde sadece iyi olacak mı diye bayılmak üzere olan ikinci hasta modunda takılan ben, ve ikinci gecemiz de böyle geçti.

Sonra iyi oldu, daha fazla yazacağım şeyler vardı ama şuan gerçekten olan olaylar aklıma geldi ve birden pilim bitti, yatağa gidip uyuyabilirim bile, yastıktan da daha kokusu geçmedi, keşke hep kalsa diye düşünüyorum ama bir iki sabaha uçar gider en fazla.

Dün gece uykusunun arasında uyandı, beni kocaman öptü, kendisine çekip, sıkıca sarıldı ve uykusuna kaldığı yerden devam etti.

Ben ise bütün gece ağladım, keşke gitmese dedim, o farketmedi, ağladım ağladımm..

Ben onla olmak istiyorum hiçbir şey umurumda bile değil. Bir tek o olsun, işte o zaman ben dünyanın en mutlu insanıyım. Ama şu durum yok mu, bayramdan sonra birde üstüne Londra saçmalığı ekleniyor, koca yedi ay, onun kokusu olmadan nasıl yaşanır bilemiyorum.

Ben onu çok seviyorum...