12 Aralık 2011 Pazartesi

son bir gece daha çirkin olalım
aynalara değil birbirimize bakalım
bir hayattı tutunamadık
gel ona noktaya koyalım

17 Kasım 2011 Perşembe

Zaman

Zaman akıp geçiyor.

Ve ben aynı yerde sayıyorum.

Yıllardır aynı korku, aynı sıkıntı, aynı huzursuzluk.

Ben, o, biz..

Bu blog ona ait. Ve ben hep ona ait olduğumu düşündüm.

Bana beni geri ver bir şansım olsun...

22 Nisan 2011 Cuma

Çin Çin

Bugün kafayı çekmeyi planlıyorum. Bunun için yeterli rakım ve balığım var, burada hava da çok güzel, balkondan çam ağaçlarına bakarken sarhoş olabilirim. Çok uzun zamandır içmedim, bugün arkadaşlarım bir bahane sundu bana, ben de hemen rakı getiriyorum dedim.

Olan şeyler hep aynı. Spora arada sıkılıp gitmesem de, devam etmekteyim. Kitap okuyabiliyorum hala, allaha şükür, bu da bana aslında iyi olduğumu, bir şeye konsantrasyonumu sağladığımı gösteriyor. Dün gece Elif'i okumaya başladım, Paulo Coelho en sevdiğim yazardır, her kitabını okuduğumda kendimi kitaplarındaki karakterlerden biri olmak isterken bulurum. Ben o kadar sıkıcıyken, küçük hayatım bana yetmez mutsuzum diye çığlıklar atarken, karakterlerinin bu kadar cesur olması beni deli eder.

Son kitabında da monotonlukla ilgili birkaç cümlesi vardı. Bütün gece düşündüm. Benim de sorunum bu değil mi, mutluysam bile hep bir monotonluk içinde yaşıyorum. Aynı arkadaşlar, aynı ortam, aynı adam, aynı okul, aynı hayatlar, aynı anlar, aynı kahkahalar, aynı ağlayışlar. Monotonlaştığımız her an o korkunç iç sıkıntısını hissedip, kaçıp gitmek istemiyor muyuz hayatlarımızdan?

Yapmak istediğim planlarım var yaz için, umarım yeteri kadar cesur olup yapabilirim. Saçma bir kısır döngüde yaşıyorum. Hayatımı kökten değiştirmek isterken, değişen şeylerin de monotonlaştığı gün, eski monotonluğumu özlemekten korkuyorum. Hayatta monotonlaşmayan şey yoksa, bu her şeyi bırakıp kaçıp gitme isteği de içimde yaşamaya devam edecek. Sanırım en korkuncu bu..

14 Nisan 2011 Perşembe

Önce rengarenkti gökyüzü. Her renk ayrıydı birbirinden, bazıları içiçe girmiş, bazıları yan yana durmuştu. Sonra dışarıdan bir el karıştırdı hepsini. Tek bir renk oldu gökyüzü. Kahverengi, açık bir kahverengi....

22 Şubat 2011 Salı

Sevgililer Günü

Ben hiç sevmedim sevgililer gününü kutlamayı, kendimi bildim bileni her sevgililer gününde sevgilim olmuştur, hediyelerin kaymağını yemişim, hediye vermemişim, sevgililer günü saçmalığına gülmüşüm, ilerde sayemde öküzcük olacak eski erkek arkadaşlarımın gururunu kırmışımdır. Artık onların yeni kız arkadaşlarının nasıl ahlarını aldıysam geçen sene yaşadığım bir olayla aklım başıma geldi

Bir sene önce, sevgililer gününün olduğu haftasonu İstanbul'a gitmiştim, pazar sabahı ilk otobüse binip gelmiştim tekrar. Nasıl hevesliyim yarabbim, aşk insana ne biçim şeyler yaptırıyor, haftasonu gitmişim İstanbul'da hediyeler döşemişim sevdiceğime, seke seke gelmişim Alper'in yanına. İlk şoku otobüsten inince yaşamıştım hiç unutamıyorum. Zaten çiçeklerle beni karşılamasını beklemiyordum ama insan zamanında gelir alır beni dimi, yok abi 20 dk ağaç oldum, gelecek beni alacak diye bekliyorum. En sonunda sinirden çatladım tabi, açtım telefon, ben taksiye biniyorum, ben senin için sabahın köründe yola çıkıyorum, bilirdim akşam gelmesini diyorum, o arada bu geliyor, iniyor arabadan bavulumu alıyor, beni öpüyor. İkinci şok! Leş gibi alkol kokusu geliyor, sanki evde demlenmiş yanıma gelmiş, nasıl bir koku. Bunun üstüne eve gidene kadar kavga ediyoruz. Akşam çıktığını bilmeme rağmen, ne bu rezillik, insan bu kadar içer mi, benim geleceğimi biliyorsun diye ortalığı ayağa kaldırıyorum.

Sonra sakinleşiyorum, eve giriyorum, diyorum herhalde evde bana sürprizler hazırlamıştır. Hiçbir şey yok ortalıkta, diyorum hediyeye güveniyor herhalde. Sonra bakıyorum beyimiz çikolatalı gofret bile almamış, bırak hediyeyi. Ben elimde hediyelerle kalıyorum öyle. Hediyeleri açarken biraz utanır gibi oluyor, diyorum akşam yemeğe falan çıkarız, gönlümü alır.

Tokat gibi hayalkırıklıklarım yüzüme çarparken, Alper gidiyor, çok yorgunum akşamdan kalmayım diye yatıyor, akşama kadar yataktan çıkmıyor, bende evde Alper'in ev arkadaşıyla tv karşısında güzel bir sevgililer günü geçiriyorum.

Bu sene ise akıllandım, hiçbir şey almadım, hiçbir beklentim de yoktu. Kavgalıydık, dört gündür konuşmuyorduk, Alper gideli birkaç gün olmuştu, başka bir ülkede, İngiliz hatunlarla kucak dansı yapar sevgililer gününde beni mi düşünecek diye kendi kendime gülüyordum.

Spordan eve gelip mutfağa girdim ve kapı çaldı. Kocaman orkideler geldi, çok güzel bir not eşliğinde. Alper hayatında bana karşı güzel cümle kurmamış insan, böyle cümleleri nasıl yazmış bilmiyorum. Sanırım Londra'da çok yalnız ve sevgisi kabardı. Oturup yarım saat ağladım nota bakıp bakıp. Ona haksızlık ettiğimi düşündüm. Eğitilmez bir ayı değil, belki biraz eğitimle bir şeyleri öğrenebilecek bir öküzdü. (İki ay önce doğum günümde de saat 12'de gelip, kucağında kocaman hediyelerle kapıma dayanmıştı. Daha bir hafta evvel yanıma geldiği ve hafta ortası olduğu için, evde doğum günümü kutladığım arkadaşlarımla küçük bir şok yaşamıştık, çünkü işten izin alıp yanıma gelmesi imkansızdı.)

Neyse çiçeğimi odamda bir yere koydum, sanırım yerini sevdi, çünkü çiçekler açıyor, ben ise her sabah ona bakıp bu kadar güzel bir şey olabilir mi diye düşünüyorum. İnşallah hiç solmaz, yerinden ve sahibinden mutlu olur. Böylece ben de her sabah onu görüp güzel bir güne merhaba diyebilirim!

Karalamaca

Sevgilim gitti. O başka bir hayata başlarken bende aldığım yeni kararları uygulamaya koydum.

İlk aldığım karar spora başlamak oldu ve kendimi tebrik ediyorum, üç haftadır bunu yerine getiriyorum. Bol bol acıyan, daha fazla spor yapmamam için yalvaran kaslarım var ama arada kendimi pek yormadan da olsa, sporuma devam ediyorum.

Bu kararı almam benim için çok zor olmadı. Aynaya ne zaman baksam topu topu 45 kilo olmama rağmen portakal kabuğu gibi görünen bacaklarım artık iyice bir sapıtmış haldeydi. Bazı çukurlar öyle bir büyük ki limon koysam düşmeden bütün gün durabilir. Kola ve kahve hayatım boyunca tüketmediğim içecekler olmasına rağmen nasıl bu kadar garip bir hal alabiliyorum bilmiyorum. İkinci sıkıntım ise artık bir kat çıksam bile kalp krizi geçirecek gibi olmam. Bildiğin okulda iki adım yürüdüğümde soluklanmak için durmam gerekiyor.

Diğer kararım ise sigarayı bırakmak oldu. Bunda spor kadar başarılı olamadım ama büyük ölçüde azalttım. Dört beş gün içmeyip sonra birden yarım paket içtiğim günler oluyor ama kendimi yine toparlıyorum.Garip reflekslerim oluşmuş, mesela her ders arası sigara içmek zorundaymışım gibi hissediyorum. İlerleyen haftalarda bu konuda da ne kadar başarılı olduğumu göreceğim.

Sabah erken kalkmakta bu dönem ders programımın bana dayattığı diğer bir değişiklik. Düzenimi değiştirmek pek kolay olmuyor. Bünyem sabah dörtte-beşte yatıp öğlen birde uyanmaya alışmış. Ama şimdilik bu da pek kötü gitmiyor, daha enerjik oluyorum, normal saatlerde uyanık olan insanlarla daha çok vakit geçirebiliyorum.

Kitap okumaya yeniden başladım ve sanırım en çok mutlu olduğum şey bu. İç sıkıntım biraz çekilir gibi oldu, en çok sevdiğim şeylere karşı tahammülsüzlüğüm geçti böylece. Üç haftada üç kitap bitirerek son iki ayda biriken başucu kitaplarımı azaltabildim.

Üç haftada dört kere sinemaya gittim, geçen dönem gittiğim sinemanın sayısına eşit olan sayı bu. Ayda bir tiyatroya gitmeyi de oturtabilirsem değmeyin keyfime, geçen dört ayda aldığım tek tiyatro biletini de o anki saçma ruh buhranları arasında yakmıştım.

Belki biz bazı şeyleri kendimize yapıyoruz. Kötü olduğumuz dönemlerde daha da kötü olmak için kendimizi zorluyoruz. Hayatımdan bir dönem geçip gitti, kitaplarımı okuyamadım, filmleri izleyemedim, vücudumu cezalandırdım, kendimden nefret ettim, arkadaşlarımla olmadım, kahkalarımı bıraktım bir yerlerde.

Neden zevk aldığımız şeyleri yapmaktan vazgeçiyoruz, bilmiyorum. Ama huzurluyum, uzun zaman sonra huzurluyum. İki sene evvel bir aşk nasıl içime büyük bir huzursuzluk bıraktıysa, onu bir şekilde attım içimden, çünkü huzursuzluk getiren hiçbir aşk onu çıkartıp yerine huzuru bırakmıyor. Ne yapıyorsan kendine, kendi kendine yapıyorsun. İçinden bazı şeyleri alan, seni kötü yapan şeyler düzeltmiyor seni... Bunu beklemek saçmaydı.

Umarım kendimle barışık olduğum, arkadaşlarımla vakit geçirmekten deli gibi haz aldığım, kitaplarımla, filmlerimle ve en önemlisi huzurlu mutluluğumla bu dönem geçip gitmez, hep kalır...

4 Şubat 2011 Cuma

Blue Valentine

Sanırım bir buçuk yıl önceydi. Saçma salak kız triplerinde olduğum bir geceydi. Ona sordum. Bana aşık mısın dedim. O hayır dedi. Ağladım. Çok ağladım. Çok sonra fark etti ağladığımı. Fark edince ben daha çok ağlamaya başladım. Sonra o özür dilemeye başladı. Ne için özür dilediğinin farkında bile değildi. Ama seni seviyorum, benim için çok değerlisin, bu yeterli değil mi dedi. Hayır dedim.

O geceyi anlatmak isterdim. Çünkü konuşmalar kadar bu konuşmalar geçerken ne yaptığın da önemlidir. Sevişirken ağlamak ve bunu çok sonra anlaması gibi.

Bugün ise karşımdaki insan bana en büyük yalanı söyledi. Seni görmeden gitmek istemiyorum gibi. Böyle düşünen bir insan diğer kişiye ne zaman gideceğini merak eden insandır, onu arayan, soran. Yarın sabah ben gideceğimi, kendisine dikkat etmesini söylediğimde, aaa ben de seni görmeden gidemem diyecek biri değil. Ne gün gideceğimi bildiği halde saatini bile merak etmeyen bir insan değil.





Birini seni sevmesi, aşık olması için zorlayabilir misin?

Zorlayabilirsin ve her gece beceremediğini bilerek uyuyabilirsin.

31 Ocak 2011 Pazartesi

Paranoya

Göğüsle eski sevgilimin ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Ve ilk böyle bir şey düşündüğümde sinirlendim ama sonra farkettim. Ben bir şey hissetmiyorum bile. Ne yaparlarsa yapsınlar, kim kimle olmak istiyorsa olsun. Beni ilgilendirmez, umurumda olmaz. İnsanlara değer vermeyi bıraktım çünkü.

------------------------------

Alper beni aldattı, bir küpe arkası mıydı sadece bütün olay bilmiyorum. Ama beynimde konuşmamızı yüz kere falan çevirdim ve beni rahatsız eden kısımları var.

-----------------------------

Bir şeylerden çok sıkıldım. İkiyüzlülükten, dedikodulardan... Sussa, yalan söylemeyi bıraksa... Bazen düşünüyorum, ben sustukça anlayacak diyorum, kimsenin anladığı yok. Bazen sessiz sakin olmamı sevmiyorum. Çirkeflerin iş yaptığı bir dünyadayız.

26 Ocak 2011 Çarşamba

Küpe Arkası

Şimdi düşünün bir küpe arkası var. Bir yatakta. Bir erkeğin yatağında.

Bir kız var. Sevgilisini görmek için sabahın köründe kalkıp uzaklara giden.

Bir ev var, deniz kenarında.

Bu evde, bir kız yere düşen bir şeyin sesiyle irkiliyor. Bakıyor bir tane küpe arkası.

Kız küpe takmayı sevmez, hiç takmaz hatta kulağında delikleri bile kapanmış.

Hiçbir şey yapmıyor,sadece gülüyor kız bunun üstüne...

Erkek saatlerce yeminler eder, kız saatlerce tamam der, erkek aklında böyle saçma bir şeyin kalmasını istemiyorum der.

Kız inanır mı, sanırım hayır. Sadece gitmeden evvel son görüşmemiz der, hep yalan söylerken olduğu gibi sinirlenip haklı çıkmaya çalışmadığını görür, belki annesinin ya da ablasınındır söylediği gibi diye düşünür.

Bilmiyorum senelerdir bir yalancıyla mı birlikteyim. Kafamı kurcalaması mı gerekir? Paltomu alıp ilk otobüse binip gitmemekle büyük bir hata mı ettim? Ben bir salak mıyım? Belki sadece saçma bir yanlış anlaşılma.

Keşke biri olsa, gidip sorsan sana gerçeği söylese. Böylece nasıl bir yalanda yaşıyoruz anlasak.

Bir küpe arkası, miniminnacık bir şey, belki bir kızındı, beni tanımayan bir kız, benim tanımadığım bir kız.

Şimdi nerededir? Kaybettiği küpe arkasını arıyor mudur?




23 Ocak 2011 Pazar

Mola!

Her şeye mola verdim, yazmaya, ağlamaya, ders çalışmaya, arkadaşlarımla ilgilenmeye, sevgilim için üzülmeye, mutlu olmaya. Bu arada doğum günüm geçti, yılbaşı geçti, annemin doğum günü geçti, koca bir dönemim geçti gitti.

Kollarımı sonuna kadar açarak başarısızlığımı kucakladım, bağrıma bastım. İki tane dersten kalarak, sandığım gibi zeki olmadığımı gördüm. Yıllardır benim için söylenen tembel ama zeki de koca bir yalanmış ya da yeteri kadar tembel değilmişim bilemiyorum.

Alper bu hafta başka bir ülkeye doğru depar atacak ve ben çılgın hayatıma kaldığım yerden devam edebilirim, derin kederlerimle yatakta kıvrılabilir, çılgınca onu özleyebilir, kimseyle konuşmayabilir, derslere gitmeyebilir ve hayatın onsuz ne kadar anlamsız olduğuyla ilgili bütün dünyayı hemfikir yapmaya çalışabilir, kampanyalar yürütebilirim.

Sonra kocaman F'ler üstüme üstüme gelir, telefonlarım hiç çalmaz ve koca bir ampul çakar, böylece anlayabilirim. Gerizekalıyım ve tedaviye ihtiyacım var. Yapacak o kadar çok şeyim, sürüyle ailem kadar sevdiğim arkadaşlarım, boktan ama bir şekilde giden bir ilişkim varken artık iki kişilik koca yatağımdan çıkmam gerek sanırım.