26 Ekim 2010 Salı

Alper

Gelecek cuma günü, sabahı, evime. Buraya elini kolunu sallayarak geliyor , boxerları, eşofmanları, yatarken giydiği basket şortu, üç-dört adet erkek tişörtleri, yıkanmış ütülenmiş bir şekilde onu bekliyor.

Ben ise öyle hüzünlü, boynum bükük onu bekliyorum ki, içimden bir ses diyor, Yarımada bu son şansınız, hallettiniz hallettiniz yoksa sen yapamayacaksın böyle.

İki gündür konuşmuyoruz yine ve ben kimseye söylemedim yine nasıl ne şekilde kavga ettiğimizi. Kavga da etmedik ya, kavga etsek daha basit olurdu, diyebilirdim böyle şöyle dedi kalbimi kırdı, ama haksız olduğunu düşünmüyor gibi.

Sadece o gidiyor, ben onu tutamıyorum, hesaplar kitaplar da tutmuyor, ondan uzak dur o gelir ya da üstüne düş diyebilirsin ama hayır hepsini denedim, bir işe yaramıyor. Onu tutamıyorum, her gece ağlasam da ona yalvarsam da o gidiyor, tutamıyorum.

Telefon konuşmalarımız gittikçe azaldı, önce önemsemiyordum, benim okulum, onun işi, yorgunduk, bahanelerim hazırdı, avutuyordum kendimi. Sonra fark ettim, biranda değildi, önce yüreğime bir ateş düştü, o büyüdü büyüdü ve ben görmezden geldiğim, üç maymunu oynadığım her şey açığa çıktı, bir bir ve ben bunun altında ezildim, üç gecedir vücudumdan çıkan gözyaşının haddi hesabı yok, şaşırıyorum her sabah hala yaşadığıma, bana kalsa susuzluktan ölmem gerekirdi..

O beni aramıyor artık. Haftada bir belki. Telefonuma da baktım, evet gerçekten de aramıyor, benim kuruntum değil. Bir akşam arayıp, günün nasıl geçti diye sormadı bana, iyi misin bir sıkıntın var mı, üşütme kalın giyin ya da önemsiz bir şey ama şuanda aklıma gelecek bir şey, yemek yedin mi aç mısın gibi, normalde farketmeyeceğin ama aslında seni düşündüğünü gösteren, hiçbir şey sormadı bana. Ben aradım onu hep akşamları, dizi izliyorum dedi, yorgunum dedi, uyuyacağım Yarımada kapa hadi dedi. Benle konuşmadı, neden bilmiyorum, benle konuşmak istemiyor artık.

Telefon görüşmelerimiz topu topu günde beş dakika sürdüğü halde uzun sessizliklerimiz oluyor, inatla konuşmuyor, bozmuyor, sonra istediği cümleyi kuruyorum ona, tamam ben kapatıyım diyorum, o da sen bilirsin diyor. Hoşçakal diyip kapatıyoruz.

Sesimi duyunca mutlu olmuyor, yanıma gelirken bile mutlu olmuyor, eskiden böyle değildik, haftasonu ben ya da Alper şehirden ayrıldıysak, dönüşte saatlerce birbirimizden ayrılamazdık, saatlerce öpüp koklardık birbirimizi, sanki yıllardır ayrıymışız gibi.

Geçen cuma kamerada bir saat konuştuk, konuştuk derken açıktı, uzak bir ilişkiye sahip olmamıza rağmen hiç aç bir seni göreyim demez, ayda bir öyle eserse açarız, kapatırken ağlamaya başladım, sessiz sessiz, farketti, kamerayı kapattım, ağlama dedi, seneye yanına geleceğim dedi, umarım dedim.

Biz bitiyoruz, yanan bir mumun bitmek üzere olan fitilleriyiz, ilk elini tuttuğum, ilk göğsüne yaslandığım, uyuduğum , kokusunu ilk içime çektiğim, ilk koynunda ağladığım o gidiyor, bense sadece izliyorum...

24 Ekim 2010 Pazar

Bugün

Bugün hava çok güzeldi, ama öğlen on iki de kalktığımda içimden hiçbir şey yapmak gelmedi.

Bugün kalkar kalkmaz duş alıp, dişlerimi fırçalamadım, kendimden iğrenerek bir gün geçirmek nasıl gelir onu merak ettim.

Bugün amaçsızca 3 saat boyunca internette gezindim, tekrar tekrar facebookta Homa tuşuna bastım, yeni çıkan her şeyi okudum.

Bugün kendime tost yaptım, sonra yemek yemediğime karar verip yarın sabah yerim diye bir kaba koyup buzdolabına kaldırdım.

Bugün bütün gün ders çalışmam gerekirken hiç içimden gelmedi ve çalışmadım.

Bugün tam iki saatimi yatakta uyumadan, yastığa sarılmış, gözlerimi kapatmış belki uyurum diye düşünerek geçirdim, hayır en sonunda uyuyamadım ve yataktan kalktım.

Bugün hayatımda en çok sevdiğim şeyi yaparak elime kitabımı aldım, yine klasiklere sardım ama Dostoyevski bile dikkatimi çekemedi, kitabı kapatıp başucuma koydum.

Bugün annemi arayıp, cuma günü sinirlenip yüzüne kapatmamışım gibi uzun uzun konuştuk, hiçbir şey söylemeden onun özür dilediğimi anladığını umdum.

Bugün Alper'le konuşmak için üç-dört kere girişimde bulundum. Hepsinden elim boş döndü.

Bugün Göğüs'ün bana aldığı hediyelere yarım saat baktım, doğumgünümün yaklaştığını farkettim.

Bugün ben çok ağladım.

Bugün ben çok yalnızdım, diğer günler gibi...

21 Ekim 2010 Perşembe

Uyku

Geldim girdim yine yatağıma, aynı duayı tekrarlayıp tekrarlayıp duracağım ve yarın güzel bir güne uyanırım ve mesela Alper gelir belki, ben iki gün mutlu olup, haftaya olan iki sınavımı unutup, bütün gün onu seyre dalarım. Gelse keşke, her şey ne güzel olur...

Bugün gittim, cebimdeki son parayı da bir cekete verip çıktım, kendimi mutlu etmek için gitmiştim alışverişe, ama yoruldum ve çok uzun zamandır hep beraber alışveriş yaptığımızı fark ettim, tek başına dolaşmak hiç zevkli değilmiş, boşu boşuna saatlerce canımı çıkardım.

Şimdi yataktayım ve aslında çok mutsuz olduğumu düşünüyorum ama bunu kendime bile itiraf edememek ilginç olan. Neyse bunu yazdıktan sonra zaten daha fazla bu gerçekten kaçamayacağım.

Kısacası mutsuzum, onsuz olan her günden mutsuzum.




Tekila

Dün akşam tekila içtim anlatmak isterdim nasıl oldu kimleydim nasıl sarhoş muhabbetleri döndü diye ama şuan çok huysuzum ve bahsetmek istediğin şey bu değil gerçekten. Tekrar tekrar söylüyorum ama ben nefret ediyorum bu meretten.

Sabah kalktım midem yine bir garip, her yerim leş sigara kokuyor, ağzım desen lağım çukurundan hallice, allahım dedim inşallah bu sefer bayılmam. İki sefer bayıldım ben, şimdi izninizle bunu anlatacağım size, iğrenç sarhoş muhabbetlerinin haricinde bence bu konu daha ilginç. Herkes içip içip yaptıkları saçmalıkları anlatır, bende ertesi günün nasıl geçtiğini, böyle de enteresanım yapacak bir şey yok.

Birinci Bayılma
Bu olay bir sene önceki yaz gerçekleşiyor. Ben yine bir akşam evvel saçma sapan bir Ankara mekanında sabahlamışım, votkalar gidip gidip gelmiş, beni de hiç çarpmaz, mesela kızlar iki votkada .mı g.tü dağıtır, arkadaşlarıyla öpüşmeye başlar, kavga çıkartırlar ya da benim etrafımda kızlar böyle yapıyor her neyse, ben yuvarlıyorum votkaları, o zamanlar yine daha iyi içerdim, tabi ben gayet normal olunca kimse demiyor içmeme o kadar. O zamanda bir arkadaşımda kalıyorum, evi tutmuşuz ama daha temizlenmemiş, ertesi gün annemler gelecek sabahın köründe, evimi temizleyip yerleştireceğiz ama ben ne akla hizmetse annemlerin en geç sabah onda geleceklerini bilmeme rağmen yattım sabah yedide, leş alkollüyüm, gözlerimi kapatıyorum sanki salıncaktayım sallan babam sallan neyse sonra uyumuşum.

Sabah annemle babam kapıya dayandı olarak saat dokuz buçuktu, ben açtım kapıyı hoşgeldiniz, beş gittiniz, ben kötüyüm siz geçin eve ben toparlanıp geliyorum dedim, tamam dediler, kapıyı kapattım işte o anda her yer dıştan içe doğru kararmaya başladı, dedim Allahım sana geliyorum, ben yapıştım yere, çarptım kafayı.

Arkadaşım uykusunda hiçbir şeyin farkında değil. Ben sonra kendime geldim, gittim attım yatağa kendimi, tövbe dedim içmeyeceğim bir daha bu kadar. Tabi ben annemlerin yanına üç dört saat sonra gidebildim, kafam davul gibi şişmiş, kolumu kaldıracak halim de yok, açık açık da söyleyemiyorum ben akşamdan kalmayım diye, annem bana yerleri sil, koltukları sil, toz al, balkonu yıka, camı sil diyo ben ayakta duramıyorum. Tabi babam sonra o halime çok sinirlendi, biz senin için gecenin beşindede kalktık geldik, anneannenle deden de geldiler -evet o rezil halimi onlar da gördü- senin halin ne , böyle kız çocuğu mu olur böyle evlat mı olur diye girdi kendi kendine bir söylenme yarışına, diyemiyorum baba ben dün gece kaç votka içtiğimi bile hatırlamıyorum sen ne diyorsun diye , susuyorum tamam napıyım yerlerden mi başlıyım ama ev çok kirli bence temizlikçi çağıralım bende uyurum biraz falan diyorum hala yüzsüz yüzsüz.

İkinci Bayılma
Bu bayılmam da bu yaz Bodrum'da Alper'le tatildeyken başıma geldi. Bir gece evvel içebildiğin kadar iç şeklinde biz yine votkaları lıkır lıkır içerken, her şey iyi güzel hoştu, çokta keyifliydim, çalan şarkılara eşlik ediyordum, arada bir Alper'in yanağını, göbişini mıncıklıyordum zaten çıkmaya başladığımızdan beri böyle yerlere toplasan 15 kere falan gitmişizdir, o da şunun doğumgünü bunun doğumgünü şeklinde.

Neyse sonra ben daha az içtim diye arabayı ben kullanıyorum, ilk defa Bodrum yollarında, ışıksız mışıksız uçurum kenarından gidiyorum, 30 km hızla falan neyse biz eve ulaşıyoruz sağ sağlim, orda da bir iki bir şey daha içip yatıyoruz. Zamanda geçmiş, başlamış tabi alkol etkisine göstermeye, yatak öyle böyle sallanıyor ki diyorum düşebilirim her an yataktan.

Sabahın köründe Alper dürtmeye başladı beni, hadi uyan falan diye, diyorum git başımdan deli misin nesin topu topu üç dört saattir uyuyoruz, ben zaten çok kötüyüm, ayağa bile kalkamam diyorum, gelmiş beni öpmeye falan çalışıyor, dedim sen nasıl bir manyaksın ağzına kusarım bırak beni git televizyon falan izle, neyse bu söylene söylene kalktı, ben biraz daha kestirdim, ama gözümü açamıyorum, nasıl bir bulantı o anlatılmaz yaşanır ve dayak yemiş gibiyim, bütün etlerim ağrıyor, kaslarım titriyor, hayatımda kendimi bu kadar kötü hissetmemiştim.

Sonra ben başladım öğürmeye, kusuyormuşum gibi öğürüyorum mosmor oldum, yok ama midem bomboş sadece öğürüyorum, Alper kusuyorum sandı koştu poşet getirdi, baktım kusmuyorum falan bu iyice telaşlandı sanırım biraz da utandı, dönüyor başımda, sonra ben yine sızmışım.

Uyandığımda yarım saat daha geçmişti, dedim olmayacak böyle, sonunda kalkacağım yataktan,
bir duş alıyım rahatlarım, sürüne sürüne gittim duşa, açtım duşu Hallelujah! başladı gözlerim kararmaya, tutunmaya çalışıyorum yok tutmuyo ellerim, ve ben yapıştım yine yere. Alper bir ses duymuş ama üst kattan geliyor sanmış, pekte akıllı değil benim sevgilim, televizyona bakmaya devam etmiş zaten televizyon izlemeye başladığında, hipnoz altında olduğunu düşünüyorum, o ne konsantrasyon kardeşim, hayatı boyunca bir kere bile bana öyle bakıp, dinlemedi yemin ederim. Neyse..

Ben bir on dk sonra kendime geldim, tabi toparlanıp çıkamadım bir on dk daha çünkü çok kötü ayağımı burkmuşum, ayağım şişti, kolum kenardaki fayans tarafından incelikle kesilmiş, bide dizlerimde sıyrıklar var onlar da feci acıyor, ayağımın üstüne basamıyorum, açtım kapıyı Alper gördü o halimi, noldu düştün mü falan dedi kucakladı yatağa götürdü beni.

Ayağım davul gibi şişti, adam gibi ayakkabı giyemedim, bütün dizlerim mosmor oldu, kolumu da sardık falan ben böyle savaş gazisi gibi gezdim sonra, geri kalan günlerimizde de bir yudum bile alkol ağzıma almadım tabi.

Mahkemeye verecektim aslında Bodrumdaki Bayılma Vol. 2'den sonra, kağıtta da şiddetli geçimsizlik ve fiziksel şiddet diyecektim tek celsede boşanırdık alkolle ben ama yapamadım, cesaret edemedim, ona ihtiyacım olursa bir gün yanıma gelmez diye korktum. Şimdi iki üç ayda bir görüşüyoruz, bazen ayda bir iki gibi şaşırtıcı bir rakamla bile karşılaşıyoruz. Ben sipariş ediyorum ay pardon arıyorum işte, o geliyor, gece aniden bitiveriyor ve sabah yerlerde süründürüyor. Her acı veren, beni üzen şey gibi ondan da vazgeçemiyorum, gelmiş geçmiş bütün sevgililerimden farklı değil kendisi..

Bu yazımı da küçükken söylemeyi en çok sevdiğim çocuk şarkısını değiştirerek kapatıyorum.


Küçük Alkol Küçük Alkol Yine Gel Yine Gel


Not: Şarkının orijinal halini de hemen kopyalıyorum, sanırım hala sarhoşum ve abuk subuk şeylerle uğraşıyorum.

Dün küçük bir kuş ağaca kondu
Ne güzel, ne güzel ötüyordu
Gittim evden yem getirdim
Yemini yiyince uçtu gitti
Küçük kuş, küçük kuş,
Yine gel yine gel
Gel minik kuş, yine gel

19 Ekim 2010 Salı

Tanımadığım Yerler Gel Beni Kucakla Hayatım

Bugün yine en yakın arkadaşlarımdan biriyle derse girmemek üzere kapının önünde laflarken, değişim programı için mail geldiğini, başvuracağını söyledi. İnanın ki bütün vücudum ürperdi, bana gelmedi sanırım, gerçi dün hiç bakmadım dedim ama işte ondan sonraki iki saat bende bulanık, bir sis perdesi indi gözlerime, ben böyle o pembe hayallerimde, şakır şakır İngilizce konuşuyordum, her akşam bir partide dans edip tuvaletlerde öğürüyordum, kaç bavulla gideceğimi hesaplıyordum, arabamı İstanbul'da bırakırım diyordum, gezeceğim müzeleri, tarihi binaları düşünmeye başlayıp, acaba hangi ülkeleri yazıyım diye karar vermeye çalışırken beynimdeki Yarımadalar büyük bir kavgaya tutuşmuştu bile.

Kendime şaştım. Ben bir kere çıktım yurtdışına, daha çokta çıkabilirdim, hatta geçen iki yaz için hep üç aylığına bir yerler düşündüm, ama Alper var olmaz dedim ve inkar etmiyorum ki tatil yapmak, bütün gün yatıp kitap okumak, suda iki ayak çırpmak, bir iki kere içip bayılmak cazip geldi hep, g.tüm yemedi kısacası. Ama bu sefer, nasıl gitmek istedim birden, birden telefonuma mesaj gelseydi yarın gidiyorsunuz diye, bavulumu toplar bu akşam çıkardım yola.

İlginç ve kendime şaşırdığım nokta şu; ben burada zaten yalnız başıma yaşıyorum, aile evinde yaşayıp da bir kerecik özgürlüğüme kavuşmak için değişim programıyla altı ay bir yere gitmek isteyen ergenliği yeni atlatmış üniversite öğrencisi değilim. Zaten her şeyden kaçıp, gelmiş olduğum bir yer var ve bu yerden de kaçmak için meğersem dünyanın en hevesli hatunuymuşum.

Sanırım çok ciddi bir bağlanma sorunum söz konusu, ben bir şehre, ben bir eve, bir yatağa, bir arkadaş grubuna bağlı kalamıyorum. Bir süre sonra her şeyden sıkılmam söz konusu, herkesi bırakıp gidebilirim şuanda. Depresyonda mıyım, hayır birkaç gündür tam tersine neşeliyim -bknz Alper için falan da ağlanmıyorum- ama mutlu olduğum bir yerden gitme isteğim bile var, ne biçim bir iş bu çözemedim.

Belki yeni olanın benim için daha iyi olacağını düşünüyorum, belki daha mutlu olacağımı ya da bilinçaltımdan tam olarak neler geçiyor bilmiyorum. Bir hipnoz seansına gitsem benim için daha hayırlı olacak bence, kendimi çözmem için faydalı olabilir.

Alper meselesine gelecek olursak, kardeşim o beni bırakıp bir yerlere gitmedi mi zaten, bir kaç ay sonra zaten yurtdışında olmayacak mı, eeee o zaman ben niye gidemeyecekmişim, ben gittiğimde de o bekler o zaman azıcık yürekliyse, dimi ama? Hem o bazı şeyleri geleceği bazen de dillendirdiği gibi geleceğimiz için yapıyorsa, bu da benim geleceğim, hatta işine gelirse geleceğimiz için.

Neyse eve geldim zaten baktım mailime ben öyle bir şey göremedim, sanırım arkadaşım üst dönemde diye ona öyle bir mail geldi, ben ise bu gazla eve gelirken annemleri bile arayıp ben başvuracağım diye konuştum, nasıl hevesliysem artık.

Keşke piyango çıksa da bana, çalışmak zorunda kalmayıp, ömrüm boyunca dünyayı gezsem. Ama böyle her gittiğim yere yerleşip, bir iki yıl sonra bir gece de karar verip, bavulumu toplayıp çıkıp gitsem. Gelenin gideni aratmayacağını umarak...

18 Ekim 2010 Pazartesi

Bir Kızın Saç Olayı

Çok yakın iki arkadaşım var, biri zaten daha önce de bahsettiğim ev arkadaşım Göğüs diğerinden daha hiç bahsetmedim ama onun adı da KöpekSever olsun, küçük bir köpeği var ve köpekle falan uyuyorlar, konuşuyorlar, ders yapıyorlar, okula gidiyorlar-abartmıyorum- falan. Şuan daha yaratıcı olamadım. Şimdi Göğüs'ün, KöpekSever'in ve benim saç olaylarıma ve ruh durumlarımıza bakacağız, bu çok ince bir araştırma olacak, çünkü eğer bir kız saçlarıyla oynuyorsa kesinlikle arkasında bir olay vardır -saçlarının uçlarından 1-2 cm kestiren ya da dip boya yaptıran kızlar hariç- .

Birinci Kişi:Ben
Neysee, ben bu pazar saçlarımı kestirdim, sanırım bir altı-yedi aydır kestirmemiştim, artık belimi geçmiş saçlarımla gezerken, Ankara'ya geri dönmeden kuaförüme uğrayayım dedim. Amacım uçlarından aldırmaktı amma ve-lakin oraya oturunca çok boyu kısalmasın ama önlerini olabildiğince kısa kes falan dedim adama, adamla da yıllardır süren bir vukuatım var böyle söyleyince yine bir tırstı, bir parmak falan kesiyor en fazla, ben korkma ya valla ağlamayacağım kes kes önlerini, bol bol kat olsun falan dedim, tabi adam yaklaşık bir on yılın hıncıyla başladı saçlarımı kırpmaya, acı acı intikamını alıyor, bense kayıtsızım, normalde olsa gözlerim dolar falan bende salak bir sırıtış iyi oldu iyi oldu saçlarım renklendi, böyle bir canlandı, kabardı, ahengine bak gibi salak kız yorumları yapıyorum. Sonunda elde ettiğim şey şekle girmeyen her yeri katlı garip saçlar, ama saçlarıyla mutlu olan insan modeli...

Çözümlememiz
Şimdi geçiyoruz çözümlemeye; altı yedir aydır hayatımda değişen tek bir şey yok. Yaptığım en büyük değişiklik evi daha çok temizlemek -Ee Alper gitti boş gezenin boş kalfası oldum- , her akşam yemek yapmak -Alper'le hep dışardan bir şeyler söyler, televizyonun karşısında en embesil dizileri izleyip tıkınırdık, öyle şarap içelim mumda gözümüze çatal sokalım, bıçakla parmaklarımızı keselim çifti değiliz pek- veya bu sene bütün derslerimin öğleden sonra olmasından dolayı hiç ders kaçırmamam şeklinde sayabiliriz. Geceleri artık dışarı pek çıkmıyorum, çıksam da eğlenemiyorum, zaten Alper'in triplerini ve kavgalarını çekemem her dışarı çıktığımda, işlerimi en gez 8-9 gibi bitirip evde pinekleyip günlerimi geçiştiriyorum. Neyse, konu çok uzadı , demek istediğim şu idi ; normalde saçlarıyla oynayan ve benim gibi şekilsiz garip gurup şekillere kavuşan insanlar , en az bir ay depresyona girer, günde iki kere saçlarını yıkar uzasın diye, saçları toplu gezer ve ağlar. Ama ben mutlu oldum çünkü hayatımda değişen bir şey oldu, böyle saçlarım kabardı falan sanki bir şeyler tepki göstermeye hazırlanan tavus kuşu misali, sanki benim yerime hayatıma sövüp anasını avradını belleyecek gibi geldi.

İkinci Kişi:Göğüs
Göğüs geçen günlerde bir anlık heyecanla, gitti siyah saçlarını, sarıya boyadı. Konuşması geçen bir konuydu bu ama bir türlü cesaret edemiyordu ve doğduğundan beri saç rengi ve saç şekli aynıydı.Bu kökten değişimi herkes çok beğendi, biz beğendikçe o havalara uçtu, son birkaç yıldır ruh hali yerlerde sürünmekteyken, saçlarını boyattıktan sonra bir mutlu oldu, bir kendine güveni geldi ki sorma gitsin. Çıkacak gibi olup da çıkamadıkları çocuğa bile saçlarını savurup geçmeye falan başladı ki normalde böyle bir şey yapmasına ihtimal yoktu.

Çözümleme2
Göğüs üç senedir istediği gibi biriyle tanışamadı. Bir iki çocuk bunu sevdi, o istemedi, onlar gidince bu kendini yerlere atıp ağlamaya başladı, sonra yine bir çocuğa fuck buddy muamelesi yaptı, sonra çocuğa aşık oldu, ilk başta çocuk ona aşık olmasına rağmen Göğüs'ün tavırlarından dolayı ondan nefret etmişti, Göğüs'ün hislerini kullanıp ayda bir bir kere barışıp, onla beraber olup ertesi gün ondan ayrıldı, Göğüs'e uyarılarımıza rağmen o her seferinde onu seviyor sandı, en sonunda duvarları yumrukladı, çığlık çığlığa ağlayarak evde parendeler attı, amuda kalktı neyse zamanla aştı falan ,ama bir türlü mutlu olamadı tabii. Son altı yedi aydır kendini çok toparladı, adam gibi bir ilişki , saygılı bir şey istiyor ama bir türlü bulamıyor, sanırsam saçını değiştirdi ve kısmeti açılır diye de bekliyor, çünkü saçını boyadıktan sonra en sevinçle aktardığı yorum bir arkadaşının "Senin artık kısmetin açılır, arkadaşlarını unutursun, son günlerimizi güzel geçirelim." oldu. Ben bir daha biriyle çıkamayacağım, mutlu olamayacağım, kesin evde kaldım diyen kız- yaş 22- bir mutlu oldu pir mutlu oldu. Birde şu aralar sevgili bulursa hemen olayı saçına bağlayacak eminim.

Son Kişimiz : Köpeksever
Köpeksever'in de Göğüs ve ben gibi upuzun saçları vardı ama bugün beni aradı kuafördeyim dedi, gittim saçlarını omuzundan daha kısa kestirmiş. Saçı yıllardır uzun olan insanlar bilir, saçlarını gidip üç karış kestirmek her yiğidin harcı değildir ki bizim Köpeksever çok kendi halinde, ani şeylerin insanı olmayan biridir.

Son Çözümlememiz
Köpeksever iki yıldır süren bir ağlaklık döneminden sonra bir çocukla çıkmaya başladı. Çocuğu pek severek çıkmadı sadece çocuk çok tatlı, güvenli, Köpeksever gibi çok kendi halinde biri kısacası güvenli limandı onun için ve Köpeksever'in yaşadıklarından sonra onun tek istediği öyle biriydi. Neyse ama Köpeksever'in sevgilisi biraz yapışkan çıktı, evde ders çalışırken bile gelip arkasında 3-4 saat oturup konuşmadan bekliyor, yeterki aynı yerde olalım falan diyen bir aptal aşık modeli. Ben kendimi aptal aşık sanırdım onu gördüm bir ohh çektim bende beterleri varmış. Hemencecikte konuyu bana çektim, çözümelemeye devam edersek, Köpeksever biraz sıkıldı aslında sevgilisinden, ama çocuk buna çok iyi çok tatlı vs vs birde çok güzel bir grupları var, böyle her haftasonu gidip biraları içiyorlar, evde yemekler yiyorlar falan istemiyor da ayrılmak ama sıkılıyor da , git de diyemiyor böyleceeeeee beş yıldır uzatmak için bakımlar yaptığı saçınıııı, artık biraz bana nefes ver demek isteyerek kestirdi gitti. Saçlarını kestirerek alan açmaya çalıştı ama bence saçlarının arkasını saklanıp orada değilmiş gibi davransaydı çocuk onu peluş falan sanıp yanına yaklaşmayabilirdi.

EVET! Ben erkek olsam eğer bir ilişkide bir kız saçlarını kestiriyorsa, birden durup dururken ani bir kararla çok alakasız bir renge boyatıyorsa, daha ileri vakalarda koşarak makası alıp saçına birden bire vuruyorsa, kız arkadaşımı anlamaya çalışırım davranışlarıma falan bakarım. Yok uğraşamam diyorsan kasma be kızı o zaman kardeşim.

EVET! Ey Kızlar , yazıktır günahtır, bir kavga çıkartın sevgilinize, hayatınızı daraltan, bunaltan kişilere bir şey fırlatın yaaa. Ya da yakın bir sigara yanlışlıkla koluna değdirin , bir şeyler yapın , gidip saçlarınızla oynamayın. Bir de arkadaşlarınıza değişiklik istiyordum saçlarımda demeyin. Sadece değişiklik istiyordum demeniz yeterli, devamını biz doldururuz zaten, akıllı varlıklarız vesselam.

Haftasonu Aile Sevgisi

Sanırım bir yerlerde söyledim ama tam emin olamıyorum, haftasonu İstanbul'a gittim. Ailem orda yaşıyor, bizimkileri görmeyeli bir ay olmuştu, yaz tatilinden sonra bana bir ay çok uzun gelmişti, annemde her webcam açtığımda çaktırmadan ağlıyordu falan, iyi oldu yani gittiğim, annemin de morali düzeldi hem azıcık. Bir daha arayı da uzatmayacağıma söz verdim en fazla üç haftada bir gideceğim artık İstanbul'a çünkü böyle olmuyor da , ben sıkılmaya başlıyorum burada...

Evde olmak çok değişik bir duygu. Eğer üniversite için başka şehirde yaşıyorsanız, bir süre sonra yaşadığınız ev sizin eviniz oluyor, bir iki sene sonra ailenizin evine dönecek olmanız ya da yirmi senenizi o evde geçirmeniz pek bir şey değiştirmiyor. Mutlu oluyorsunuz, durmadan yemek yiyorsunuz ve aileniz tarafından ölesiye şımartılıyorsunuz. Bizimkiler hep bana öyle davranacak olsa valla bırakırım okulu mokulu geri dönerim İstanbul'a ama bir hafta sonra annem dağınıklığımdan, öğlenlere kadar uyumamdan, yemek yemememden şikayet etmeye başlar, bende cinnet geçiririm.

Üç dün boyunca internete girmeyip, bir şeyler karalamayınca ve takip ettiklerimin yazdıklarını okuyamayınca bildiğin huzursuz oldum, bugün o yüzden internetime, kocaman yatağıma, başucu lambama ve pembe odama kavuştuğum için mutluyum.

13 Ekim 2010 Çarşamba

Uğursuzluk tabi biraz Alper

Dün nasıl cenabet bir gündü anlatamam. Aslında eve geldiğim anda yazmak istedim ama ev arkadaşım Göğüs ile fırında patatesle körili tavuk yaptık, yemeği bitirdiğimizde saat onbirdi ve ben yatağa kadar nasıl gittim anlatamam.

Sabah uyandığımda her şeyden habersiz hava ne kapalı diye mıymıklandım. Zaten gece beş buçukta yatmıştım yatağa, sabah dokuzda kalkmak bu yüzden bir işkence oldu. Neyse duşa girdim, giyindim, çıktım. Okula yarım saat evvel gittim çünkü önce bir ödevi bastıracaktım -evde printer yok- neyse sonra maileme giremedim. Yaklaşık olarak bir yüz kere falan denedim, tabi bu arada ofluyorum pofluyorum, gözlerim doldu tekrar eve gideceğim diye ve mailimi kitleyince rahatladım, tıpış tıpış evime dönmek için arabaya bindim.

Yolda Alper aradı, ben Azerbaycan'a gideceğim, bir altı ay orada okula gideceğim, sonra yatay geçiş yapacağım dedi , tabi benim orada ip koptu. Bu telefonda bana işte yökte tanıdıkları olduğundan, işi nasıl halledeceğinden bahsediyor, benim düşündüğüm tek şey mayısta geleceğim dediği oluyor. Hesaplıyorum koca yedi ay ediyor, dersen ki zaten artık beraber yaşamıyorsunuz, son dört aydır da iki haftada bir görüyorsun ama başka bir ülkeden bahsediyor, hiç birbirini görmeden geçireceğin yedi ay çok uzun bir zaman. O döndüğünde ikinizde çok farklı olabilirsiniz, o zaman içinde ayrılabilirsiniz diyen küçük Yarım adalar beynimde çığlık çığlığa bağırmaya başlamış bile, benim ağzımdan tek çıkan hayırlı olsun, senin için önemli tabii bu, napalım geçer elbet bu süre de falan oluyor. Telefonu kapatıyorum, eve giriyorum.

İşlerimi hallediyorum, salak saçma ödevimin çıktısını almaya başarabiliyorum, gözlerim dolu bir derse girip, çıktıktan spnra ev arkadaşım Göğüs'ün yanına gidiyorum. Okulda yeni açılan bir restoran var, bilmemne soslu tavuk sipariş ediyorum, karnım da nasıl aç, bir yandan ağlıyorum, sigara yakıyorum, çabuk yemek gelsin diye garsonlara kaş göz yapıyorum, bugün eve tekrar nasıl döndüğümden falan bahsederken saate bir bakıyorum, dersin başlamasına on dakika var, okuldan uzak bır yerdeyiz, yemeğin yerinde yeller esiyor. Tabii küfürü savurup kalkıyoruz, diyorum Allah'ım düşene de sen vur, hiç acıma, her şey bok gibi değil, birde beni açlıkta terbiye et , sağol varol.

Derse giriyorum, arada biraz atıştırmak için bir şeyler alıp ağzıma tıkıyorum, iki saat dersten sonra, zaten Türkçe'sinden tek kelime anlamadığım adamın İngilizcesine maruz kaldıktan sonra, benim Göğüs'le buluşup, laflayıp sigara içip, kampüsün öbür tarafına bir arkadaşımızı almaya gidiyoruz. Ve ben arabadan indikten sonra zıp zıp zıplamaya başlıyorum benim çantam nerede diye, koltuğun arkasına bakıyorum, bagaja bakıyorum, yok yok . On dakikalık ben nerede unuttum telaşından sonra sınıfa bakmayı akıl ediyoruz ve tekrar kampüsün diğer tarafına gidip sınıfa çıkıyorum. Çantamı bir saat evvel oturduğum sandalyemin altında durmuş , bir hocadan ders dinliyor olarak buluyorum, ohh çekiyorum ve tarihe çantasını unutan ilk kız olarak geçiyorum. Telefonunu, cüzdanını, defterini kaybeden insanlar duymuştum ama bence kimse benim kadar abartmamıştır ya da kaybetseler bile benim gibi kırk saati geçkin bir sürede farkına varmamışlardır.

Neyse, bunların hepsi başıma gelmemiş gibi, aksilikler ardı ardına geliyor, gardımı alamıyorum. Kampüsün öbür tarafına gidip hiç park yeri bulamamamız ve bunun üstüne 10 dk uzaklıktaki bir tepeye arabayı parketmemiz yetmezmiş gibi, yürürken birden yağmur yağmaya başlayıp sıçana dönüyoruz, yarabbi şüküüür.

Okuldan çıkınca, şu Sev, Dua Et, Yemek Ye ya da buna benzer bir ad taşıyan filme gittik. Biranda deprem olup sinemanın üstüme yıkılmasını falan bekledim ciddi ciddi, bence o güne yaraşır bir son olurdu ama bir şey olmadı, güzel bir film izledim, bolca ilişkimi sorguladım, gitmek istediğime karar verdiğim yerler gördüm ve bir gün dünyayı gezmeye karar verdim. Ki ben aslında sevgilisine kul olmaya daha eğilimli bir kızım, içgüdülerim bu yönde, bana bıraksan birine kaçar hemen 10 tane çocuk doğurabilirim ama içimde başka bir kız daha var, daha çok ilişkilerimden sıkıldığım anda baş gösteriyor, asi, başınabuyruk, dolu şey yapmak isteyen ve çok boş vakti olmasına rağmen yapamayan.Bu süre devam ediyor belli bir süre, mesela Alper'den önce yaklaşık olarak on ay öyle biriydim, haftanın en az dört günü dışardaydım, arkadaş dediğim ama hepsi sadece gezmelik arkadaşlar olan dolu kişi tanıyordum, her akşam çıkacak beş on kişi buluyordum, sarhoş olup, deli gibi dansedip, sonrada kuytu köşelere kusuyordum çoğunlukla. Ama eğleniyordum, sonra aşık oldum, arkadaş dediğim insanlar teker teker gitti, etrafımda 3-4 kişi kaldı en fazla ve Alper.

Bugün Alper'le tekrar konuştum Londra 'ya gidicekmiş, Azerbaycan olayı yatmış, yarın kesinleşecekmiş. Kesin olan bir şey var ki o gidecek, kısa bir süre için ve böyle düşünmek istemiyorum ama bu ilişkide bitecek diğerleri gibi. Sınıfta kalacağımız sınav sanırım hızla yaklaşıyor, bense üç maymunu oynuyorum.

Bugünle ilgili yazacak bir iki komik şey vardı, ama şuan bir ağırlık çöktü üzerime umarım başka bir zaman aklıma gelir. Bana ve tek izleyicim Eylül'e iyi geceler şimdilik..

11 Ekim 2010 Pazartesi

04:04

Uykusuzluk.. Evet blogun saatini ayarlayamıyorum, bir on saniye denedim, sonra boşver dedim, önemli olan saat değil ki tarih öyle değil mi? Hep tarihleri kutlamıyor muyuz, yıldönümleri, doğumgünleri ve daha niceleri. Bir tek saat olarak dokuzu beş geçeyi bilirim. O da herhalde küçükken beynimi kazıdıklarından, Atam Dolmabahçe'de diye devam eden ne olduğunu bilmediğim şeyi ezberlettiklerinden olsa gerek ya da benim daha yeni uykuya daldığım saatlerde o garip sesle dünyanın sonu geldi sanıp yataktan fırlamamla alakalıdır.

En çok sevdiğim masal hep Peter Pan olmuştur, düşünüyorum acaba niye. Daha minnacık bir kızken bile o kadar mı korkuyordum büyümekten onu çözemiyorum. Şimdi büyüdüm ve yaşlanmaktan korkuyorum, son aylardır da arada bir saçma zihnimi ölüm korkusu sarıyor. Gerçekten çok fazla boş zamanım var ve artık ne düşüneceğimi, ne hayal edeceğimi şaşırdım.

Haftasonu İstanbul'a gideceğim özledim bizimkileri, bir ayı geçti görüşmeyeli, bol bol ev yemeği yiyeceğim, koşulsuz sevgiyi tadacağım, mutlu olup geleceğim. Ve küçük bir aptal olduğum için camdan hep Peter Pan'ı bekleyeceğim.

04:14

Rüyanız Hayrolsun Teyze

Alper gitti. Son birkaç blogumun başlangıcı Alper gelecek, Alper geldi ama neyse en azından iki hafta daha buna benzer bir cümle kuramayacağım. Belki Yarımada Bursa'ya gidecek, gitti, döndü gibi cümleler kurabilirim yakın zamanda neyse saçmalamayı kesiyorum.

Alper gitti evet ama son günümüz çok güzel geçti. Gece yanına uzanıp uyumadan önce şöyle bir karar almıştım, hayır sormayacaktım neden o kızı aradığını, ne konuştuklarını ya da buna benzer şeyler çünkü iki haftada bir geliyordu topu topu üç gün beraber geçiriyorduk, konuşacak, beraber olacak kısıtlı zamanımız vardı bunla keyfimizi kaçırmayacaktım. Belki o Bursa'ya döndükten sonra sorarım dedim ve uykuya daldım. Sabah Alper'in dürtüklemeleriyle uyandım, neyse biz konuşmaya başladık, ondan bundan şundan, sonraaa en şirin halimle rüyamda ben seni o kızla görüştüğünü gördüm, yine mi aptalım bana malum oluyor hiç görüştünüz mü diye sıkıştırmaya başladım. Evet, çenemi tutamadım, yapacak bir şey yoktu, hem bu miniminnnacık yalanım sayesinde telefonunu da karıştırmış olmuyordum. Her şeyden yırtmıştım. Yaşasın çalışan beyin hücreleri!

Alper ise şöyle bir kafasını çevirdi her zaman yalan söylediği gibi saçma sapan bir soru yönelterek, konuyu dağıtmaya çalıştı. Yalan söylerken hep böyle yapar, daha çıkmaya başladığımızın ikinci haftası bunu keşfetmeme rağmen bunun farkında değil, üstümde yalancılık deneyimini yaşamasına izin veriyorum, gariban o, bırakın mutluluğunu yaşasın küçük burnu uzunum.

Ben de silahlarımı teker teker çekmeye, ordularımla kalesine saldırmaya devam ettim. İstanbul'u fetheden küçük Fatih gibi mutluydum, zafer benim olacaktı. Ama Einstein Alpercik telefonunu karıştırdığımı iddia etti, bende yalanıma devam ettim aaa rüyamda gördüm, benim hep içime doğuyor böyle şeyler biliyorsun diyip durdum. Neyse sonra, telefonuna baktığımı kabul ettim, ama nasıl şirinim yaarebbiiim, o halimle adam öldürüp ve tabii Amerika'da falan yaşasaydım, jüri bile gelip yanağımdan makas alabilirdi.

Sonuç ise koca bir hüsnü kuruntuymuş. O sinirle nasıl telefona baktıysam Alper değil kız bunu aramış ve gördüğüm gibi bir saat arayla değil 10 dk arayla olmuş konuşma. Alper işte olduğu için şuan müsait değilim demiş kız on dakika sonra yine aramış. Güldüm geçtim bende giyinip, süslendik dışarı çıktık.

Bir senedir beni götür dediğim Eymir Gölü'ne gittik, hatta zorlama bile yapmadım, kendisi gitmek istedi neredeyse. Bir İstanbul çocuğu olarak, su birikintisi göremezsem rahat edemiyorum, arada küveti doldurup küvete baktığım bile oluyor -abartı-. Alper'in amacı, tutturduğum yerin ne kadar kötü olduğunu bana gösterip, daha sonra bunu bahane edip beni hiçbir yere götürmemekti tabi ama hüsrana uğradı. Üç seneyi aşkın süredir buradayım ve gittiğimiz en güzel yerlerden biriydi. Tıka basa kahvaltı ettik, gölün kıyısında, ördekler falan yüzüyordu dibinde çok güzeldi.

Sonra bir iki alışveriş çılgınlığı yaşadık, evet alışveriş sever bir sevgilim var, herkesin arayıp bulamadığı şey! Oradan çıkıp Alper'in arkadaşlarıyla takıldık gece yarısına kadar, sonra eve gelip bir şeyler yedik saat bir sularında, kalorilerimizi almış olmanın rahatlığıyla hemencecik uyuduk.
Sabah altıda uyandırmak istemeye istemeye dürttüm sabah. Hatta bir ara arkanı dön uyu Yarımada çok denedim ama uyanmadın dersin diye düşündüm. Neyse sonra uyandı, giyindi, beni öptü kapıda, arabasına bindi ve gitti. Bense kalakaldım balkonda geceliğim, gözyaşlarım, pofuduk terliklerim ve sarındığım battaniyeyle. Bir süre arkasından bakakaldım, sonra bir ürperdim, girdim yatağa sarıldım yastığa. Üç gecede o kokmuştu öyle bir hüzünlendim falan sonra her ayrılışımızda bunu kendine yaşatma dedim ve bir süre sonra kabuslar eşliğinde dokuz buçuğa kadar uyudum.

Sabah canım okula gitmek istemedi, yemek yemedim, sigarayı bıraktım, ödevlerimi yapmadım, biraz çıkıp araba kullandım, ve dört saat salonda tv karşısında uykuyla uyanıklık arasında ince çizgide gidip geldim.

Daha şimdiden özledim onu, bugünden itibaren Alper haricinde şeyler yazmaya başlayacağım, kendimi sevgilisinden başka bir hayatı olmayan sıkıcı, iğrenç kızlardan hissetmeye başladım Şimdi ben ödevlerime doğru gidiyorum, Okan'da obezite konusunu işliyor, bende bir kilo versem diyorum ama hazırladıkları videolar canımı feci bigmac çektirtti bu ne perhiz bu ne lahana turşusu kardeşim?

9 Ekim 2010 Cumartesi

Entrika!

Alper geldi. Dün güzel bir gece geçirdik, içtik sıçtık, eve geldim salak salak dans ettim, pazar günü gideceksin diye ağladım bile. Evet bütün duyguları bir geceye sığdırdım ne mutlu bana! Şimdi karşımdaki koltukta yatıyor, horluyor, salyalarını yeni silinmiş koltuklarımıza akıtıyor. Üstüne battaniyeyi örttüm, şuan rahatı yerinde gibi.

Ama benim rahatım yerinde değil. Hatta evet rahat batıyor, olanları anlatacağım. Koltukta beraber oturmuş, battaniyenin altında televizyona bakarken, baktım bu yavaştan uyku moduna geçiyor, kalktım yatağımın üstündeki ıvır zıvırları topladım, yatağı açtım ve bu işleri yaparken kıyafetlerini kaldırıyordum ki pantolonundan cep telefonunu aldım. Masaya koyarken şeytan dürttü, zaten birbirimize 700 km uzaktayız, günde bir-iki kere konuşuyoruz neyse ya bahane üretmiyorum merak ettim telefonunu karıştırdım tamam mı, evet iğrenç bir insanım, olabilir ama sevgilisinin telefonuna hayatta bakmayacak bir kız var mı birde şartlarımız düşünülürse. Gördüğüm ise takık olduğum bir kızı aramış, ayın birinde, iki kere biri saat altıda birde saat yedide, herhalde görüştüler ki iki kere aramış ve bu kız yüzünden biz iki hafta evvel Alper yine buradayken o kız aradı diye kavga ettik. Bir buçuk yıl boyunca ondan istediğim tek şey sadece o kızla görüşmemesi ve konuşmamasıydı, onu bile yapamıyorsa bir şey diyemeyeceğim.

Peki yarın sabah uyanınca bunu ona sormalı mıyım? Telefonunu karıştırdım dersem haklıyken birden haksız duruma düşebilirim, iki ucu boklu değnek. Bunu içimde tutamam da offf bilmiyorum gerçekten sinirim bozuldu gece gece.

En iyisi ben şu salağı uyandırayım da gitsin zıbarsın yatakta, bende okan'ı seyredip, biraz gülebilirim. Bu erkeklerin hepsi mi yalancı ya anaların karnından mı böyle doğuyorlar tövbe yarabbim.

7 Ekim 2010 Perşembe

Hoppala Hoppala!

Alper'le barıştık. Zaten ayrılacak halimiz yoktu ya ne sandın. Buraya kadar iyi hoşta asıl haber büyük ihtimalle yarın gece bu saatlerde evimde olacak , birbirimize sarılıp uyuyacağız, kokusunu içimi çekeceğim ve yanaklarını öpücük manyağı yapacağım! Hoppidi hoppidi salla kalçayı sağa sola !!!

Nasıl mutluyum nasıl huzurluyum bir bilsen. Şimdi yatcam kalkcam okula gidicem bi bakıcam o gelicek! Neyse mutluyum inşallah bir aksilik çıkmazda gelir çünkü 2 hafta olacak onu görmeyeli ve nefret ediyorum onsuz günlerimin geçmesinden. Şimdilik böyle. Eğer gelirse iki gün boyunca pek bir şey yazacağımı sanmıyorum, ama gittiği gün gözyaşları içinde yine sıkıcı sıkıcı şeyler karalayacağıma eminim. Haydin Yarımada kaçar

4 Ekim 2010 Pazartesi

Yeni Bir Gün Yeni Bir Umutsuzluk...

Bu blog gittikçe umutsuzluk bloğu oluyor farkındayım ama yapacak bir şey yok. Zaten izleyicim de yok o yüzden ben kendi havamda takılmaya devam etmeliyim. Okuyup sıkılıyorlar , durmadan vır vır şikayet ediyorum, ruhsal velvelerimi anlatıp boğuyorum demek için bir sebebim yok.

Herneyse... Alper bugün de aramadı. Şaşırdım mı? Ayıpsın gram aramasını beklediysem ayağım takılsın yere kapaklanayım. Yok bu da ağır oldu belki gram kadar beklemişimdir. Neyse! Vurgulamak istediğim arasa daha şaşırtıcı olacak olmasıydı.
Dün akşam ona ağır bir mesaj attım. Tabi o sabah sersemliğiyle ona hiç ağır gelmemiş olabilir hatta okuyup silmişte olabilir. Cevap atmadı.

Şimdi birazdan uyuyacağım ve yeni bir güne uyanacağım. O olmayacak, ben burada olacağım, onsuz sevmediğim Ankara'da, okula gideceğim, birkaç arkadaş göreceğim, birkaç saatliğine kafam dağılacak. Ama hep aklımda şunu düşüneceğim, biz Alper'le bu işi kıvıramayacak mıyız? Uzaktan bu ilişkiyi yürütemeyecek miyiz, o beni artık sevmiyor mu, bana değer vermiyor mu, ben gidersem Bursa'ya eğer artık bir şeyler yaparız, ben seni kaybetmek istemiyorum diyen adam dediklerini geri aldı mı? Hayır, o bana yüzük alacağız dedi diye yatıp kalkıp yüzük beklemiyordum, evlilik hayallerinde değildim ben daha 21 yaşındayım o 22 böyle bir beklentim ya da hedefim yok ama ne biliyim, karşısına alıp benle konuşmadı, bak Yarımada ben gidiyorum ama bunu becereceğiz demedi. O okulu bırakıp döndü Bursa'ya ben kaldım burada, onla uyuduğum yatakta, onla televizyon izlediğim salonda, ona yemekler yaptığım mutfakta. Evin her köşesi o ve ben.

Giden olmak mı kolay kalan olmak mı bilmiyorum. Şuan kalan kişiyim ve bu yeteri kadar zor sadece bunun farkındayım. Ama en azından ben alıştığım düzeni sürdürüyorum, o ailesiyle beraber bir eve tıkılıp kaldı, okulunu bıraktı, evinden taşındı, arabasını sattı, her sabahın köründe işe gitmeye başladı ve okulunu bıraktığı için babası tarafından ezilmeye maruz kaldı. Ben ise sadece her sabah uyanma sebebimi kaybettim, akşamları beraber uyuduğumuz, sabahları kalktığımız zaman durmadan şükür ettiğim, dünyadaki en güzel şey olduğuna inandığım şeyi kaybettim. O da belki bunları kaybettiğini düşünüyordur, ama belki ,çünkü o bu tarz şeyleri düşünen biri değil pek.

Özledim onu. Depresyona girmeden yaşamaya çalışıyorum, yapabilecek miyim bu ise koca bir muamma.

3 Ekim 2010 Pazar

Kavgalar Mavgalar Gelir Beni Tırmalar!

Alper'le yine kavga ettik , yine telefonlarımı açmıyor , msnden faceden yazdığım şeylere cevap vermiyor. Bu genel huyudur, şaşırtıcı olan bir şey yok, kapısında köpek olmama zaten çok uzun zamandır alıştı. Böyle günlerce süründürür beni , ben artık pes etmem ve siktiri çekip arkamı döneceğim an gülerek konuşmaya başlar benle. İşte o an, ağlayan, bu iş sanırım olmayacak diyen kız gider dünyanın en neşeli kızı şakımaya başlar. Konuşmak demiyorum dikkat, şakımak diyorum, çünkü bu ikisi arasında koca bir fark var benim için.

Buna alıştım aslında ama her seferinde öyle kırılıyorum ki aslında sanırım bunu bilmiyor. Ben seviyorum onu, ilk günden beri çok sevmişimdir, gözünün içine bakarım, onun doğrusu her zaman benim de doğrumdur, o ne derse kabulümdür ama böyle zamanlarda ona olan sevgim hep azalıyor içimde, belki çok minik minik ama sanırım bir gün gelecek ve ben artık sevmiyorum bu çocuğu diyeceğim, bu en büyük korkum.

Hele güven meselesine gelirsek, mesela 3-4 ay evvel , çok içim rahat bir şekilde şunu diyebilirdim, Alper beni asla yalnız bırakmaz, ben onun için çok değerliyim, ona çok güveniyorum. Şimdi ise hayır, o beni bırakabilir, ona güvenmiyorum. Bunun için ille de benim bir şey yapmama da gerek yok, babasıyla abisiyle kavga etmiş olabilir, siniri bozulmuş olabilir ve telefonlarımı bir hafta açmayabilir, açarsa bana bağırabilir, yüzüme telefonu kapatabilir. Bunları daha önce yaşadım yarın da yaşayabilirim. Dengesizdir, çoğu zaman sorumsuzdur, ağzından iltifat namına hiçbir şey çıkmaz, seni seviyorum demez, aşkım demez, facebookta ilişkide yapmaz, ailesine tanıştırmaz. Böyle bir insandır. Ama dersen iyi yanı yok mudur vardır tabi, ama şuan telefonlarını açmadığı için iyi yanlarını sayamayacağım.

Kırılıyorum çünkü ben bu çocuk için çok şey yaptım, yeri geldi ailemi, en yakın arkadaşlarımı kırdım. Ruhumu, bedenimi ona verdim. İlk aşkımdı, bütün ilklerimdi ve o erkek aklıyla büyük ihtimalle buna güvendi. Ben onun için şunu yaptım bunu yaptım o bana yapmadı demek istemiyorum, yeri geldi o da bir şeyler yaptı kendince ama işte sorun bu kendince. Onun için yaptığı en büyük şeyler, aslında her uzun ve ciddi ilişkilerde yapılan şeylerdi, o bunu anlayamadı, kavrayamadı.

Neyse işte kavga diyordum. Çok yakın bir kız arkadaşımın ailesinin evine mangala gidecektik üç kız buna hayır dedi arkadaşlarıma söz verdim dedi küfür edip telefonu yüzüme kapattı. Olayımız bu.

Zaten beni bırakıp gitti, ben burada Ankara'da yalnız başıma kaldım ve sevgilimin yanında olayım diye düşünmek yerine böyle saçma kavgalar çıkarıp, telefonlarıma da cevap vermiyor. Dışarıdan biri bunu okusa acaba bizim hakkımızda ne düşünür çok merak ediyorum... Çocuk sana hiç değer vermiyor falan der herhalde. Belki de öyle, belki sadece ben buna inanmak istemiyorum, bilmiyorum...

O Öldü

Bir rüya gördüm ve üç kere bu rüyadan uyanmayı, güzel şeyler görüp sabah huzurlu bir şekilde kalkmayı istedim. Ama rüya inatla her uyuduğumda farklı bir yerinden sürdü ve şuan kamyon çarpmış gibiyim.

Bu öyle bir rüyaydı ki tanımadığım bir çocuk için saatlerce ağladım rüyamda, tanımadığım bir dünya içinde. Çocuğun adı Onur'muş ve benim en büyük aşkımmış. Nasıl tanıştığımızı nasıl beraber olduğumuzu tam olarak hatırlamıyorum. Rüyanın en başından iki kız dört erkek takıldığımızı, deli gibi eğlendiğimizi, çocuğun yanında vücuduma ateşler bastığını, yine Onur'un eski bir kız arkadaşının olduğunu ve bu kızın kıvırcık saçlı olduğunu hatırlıyorum. Sonra Onur ölüyor , kıvırcık saçlı kızla beraber, bir arabanın içinde. Ben onu görüyorum evinin önünde tabutta, ve öyle bir ağlıyorum ki öyle bir bağırıyorum ki , yere yığılıyorum ve kalkamıyorum. Asansördeyim , önümde bir çocuk var ve kollarımın bileklerinden tutup kaldırmaya çalışıyor beni , bizim de canımız acıyor gibi bir şeyler söylüyor ama ben , tarifi imkansız bir acı içindeyim, uyandığımda öyle kötü hissediyordum ki , biran telaşlandım gerçekten Onur ölmüş ve ben onun kız arkadaşıyım sandım. Odama bakındım, biraz nefes aldım merak etme Yarımada dedim, Onur diye birini tanımıyorsun. Hadi yat uyu güzel şeyler gör öyle kalk bu halde kalkarsan günün bok gibi geçer dedim ve tekrar uykuya daldım.

Rüyamda birkaç farklı yerdeydim. Mesela iş yerindeydim ruh gibi dolaşıyordum, herkese bağırıyordum , sonra birden kendimi yerlere atıp onu kaybettim diye ağlıyordum. Evdeydim, abim çok kötü bir haldeydi , kendini odaya kitlemiş, bir odada , o odadan çıkmadan bir yaşam sürüyordu, ve ona yardım ederken biranda o aklıma geliyordu ve kapı eşiğinde iki büklüm ağlıyordum yine, lütfen diyordum çok kötüyüm, yaşayamıyorum. İki hafta geçiyordu üstünden , arkadaşlarım arıyordu , lütfen Yarımada diyorlardı , lütfen iki hafta oldu o öleni, bir dışarı çıkalım, bir hava al diyorlardı , ben telefonda ağlamaya başlıyordum sessiz sessiz , o gideli iki koca hafta oldu ve onsuz iki hafta yaşadım mı. Rüyanın başka bir yerinde ise telefonumda Aşk yazan Onur'u aramaya çalışıyordum. Bakıyordum telefona öyle , arasam diyordum o çıkar mı , sesini duyar mıyım, telesekreteri var mıydı bilmiyorum ama diyordum arasam belki telesekreteri çıkar , çünkü sesini unutuyorum , nasıl bir şeydi sesi benle nasıl konuşurdu unutuyorum. En kötü ihtimalle ne olabilir ki , annesi çıkar , onunda telefonunda kocaman Aşk yazar ve ben , olmayan onu aramış olabilirim. Sonra rüyanın başka bir yerinde, diğer çocuk, onun evi, ve onun dokunuşları, sözleri arasında buluyordum kendimi, diyordu ki ben hep seni sevdim, sen Onur'layken bile, hem Onur , kıvırcık saçlı kızla arabayla nereye gidiyordu, ben seni sevdim... Ve benim bedenim ateş gibi yanıyordu o anda, belki şehvetten , belki kendime hiç sormak istemediğim soruyu bana sorduğumdan, belki Onur'u özlediğimden. Hepsi birbirine giriyordu ve ben kendimi yine küçücük bir asansörde buluyordum, yine ağlıyordum, öyle bir ağlıyordum ki nasıl bu kadar gözyaşı o minnacık bedenimden çıkıyor şaşırıyordum. Onur'a kızıyordum , beni bıraktığı için , geride kalan ben olduğum için, beni de yanında götürmediği için ve o anda ölmek istediğime karar veriyordum.Ölmek... Onur'a kavuşturur muydu beni? Ya da intihar ettiğim için ona , bir gün kavuşma şansım varsa bile onu kaybetmeme mi neden olurdu.

Uyandım, acıyla, tükenmiş bir şekilde, korkunç bir baş ağrısıyla. Dayak yemiş gibiydim, kapa gözlerini Yarımada dedim kapa uyu biraz, kalktığında bunların hiçbirini hatırlamayacaksın rahat ol.

Uyuduğumda yine oradaydım , yine onların arasındaydım , iş yerindeydim ve çok telaşlıydım. Camdan bakıp sessiz sessiz ağlıyordum. Biranda geliyordu bu ağlama dürtüsü. Ne kadar olmuştu Onur'u kaybedeni bilmiyorum. Ama sanki zaman geçmiş gibiydi üstünden , yine ağlıyordum , o intihar düşüncesi kafamdan çıkıp gitmişti , bağırışlarım geçmiş ağlamam daha bir sessiz olmuştu. Ve ben rüyamın en başındaki , hani Onur'la beraber takıldığımız diğer kızla , aynı odadaydım . Aynı iş yerinde çalışıyorduk. Karşımda oturan aynı kızdı ama rüyanın en başındaki sevecen , yakın arkadaşım olan kız gitmiş, yerine benden nefret eden tiksinen , yüzüme nefretle bakan bir kız oturmuştu. Onur öldüğünden beri , herkeste nefret uyandırmıştım. Ağlıyordum yine kızın önünde, mahçup mahçup ve kız bana bağırıyordu. "Benim canım acımıyor mu sanıyorsun? Onur benim arkadaşımdı. O öldüğünden beri ölüyorum Yarımada, ölüyorum anlıyor musun?" Ben ise "Anlamıyorsun , ben deliriyorum , geçen gün ağlarken neye ağladığımı unuttum, anlıyor musun beni , ağlıyordum ve onur gelmedi aklıma , biri için ağladığımı hatırladım ama bu sefer adı gelmedi aklıma , ben unutuyorum onu , deliriyorum ve unutuyorum. O elimden kayıp gidiyor, ben hala çok üzülüyorum ama neye üzülüyorum onu bile hatırlamıyorum." Kızda ağlamaya başlıyor, sanki beni anlamış gibi ve ben tekrar uyandım ve bu sefer yataktan kalkıp bir sigara yaktım , bir kere daha rüyanın devamını görmekten korktum.

Ben rüyamda, tam üç kere birini kaybettim diye defalarca ağladım. Her uyandığımda onu gerçekten tanıyormuşum ve gerçekten ölmüş gibi hissettim. Rüyadan çok etkilendim ve bunu paylaşmazsam Onur yine ölecek diye korktum rüyalarımda. Çünkü anlaşılmaz bir şekilde sevdim onu, yüzünü bile hatırlamasam bile mantıksız bir şekilde rüyamdaki ölüsünü sevdim...